Dijital Ekonomi Raporu yayımlandı. Raporun en çarpıcı bulgusu ABD ve Çin’in teknolojide diğer ulusların iyice önüne geçtiğini ortaya koyması. Avrupa’nın da teknolojik rekabette nal topladığının belgelenmesi oldukça sarsıcı.

Dijital Ekonomi Raporu

Teknoloji inanılmaz bir hız ve kapsamda yaşamımızı değiştiriyor. Bir yandan sıkıcı, tehlikeli, pis, tekrara dayalı işlerin yükünün insanlardan alınıp makinelere devredilmesi potansiyeli doğuyor. Öte yandan insanların işlerini robotlara kaptırması tehlikesi baş gösteriyor. Doğrudur, zaman-mekan farklarını ortadan kaldırırcasına bir çok kişiye, videoya, görüntüye anında ulaşmak; binlerce kilometre uzaktaki yakınlarımızla zahmetsizce iletişim kurmak olanağına kavuşuyoruz. Gelgelelim her hareketimizin izlenmesi; her alışverişimizin kaydedilmesi; yüzümüzden, sesimizden, el yazımızdan şipşak kimliğimizin saptanması; yaşamımızdaki mahremiyetin ortadan kalkması, tüm bilgilerimizin şirketlerin-devletlerin eline geçmesi tehlikesi de karabasan gibi üzerimize çöküyor.

Ekonomik anlamda da teknolojinin önümüzdeki imkânlar dünyasını genişletmesi, üretkenliği artırması, maliyetleri düşürmesi bekleniyor. Ne var ki giderek gelir ve servet uçurumlarının arttığı, yoksulluğun ve işsizliğin yaygınlaştığı, sosyal programların zayıfladığı bir dünya tablosuyla karşılaşıyoruz. İşte böyle bir kavşakta Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) birinci Dijital Ekonomi Raporu’nu (DER) yayımladı. Raporda veri-çekişli ekonomide üreticiler ve yenilikçiler olarak gelişmekte olan ülkelerin dijital veri ve dijital platformlardan nasıl yararlanabileceği, hangi kısıtlarla karşılaşabileceği konusuna özel bir önem veriliyor. (UNCTAD Digital Economy Report 2019)

ABD VE ÇİN'İN DİJİTAL EGEMENLİĞİ

Belki de raporun en çarpıcı bulgusu, ekonomi yanında jeopolitik yansımaları da bulunan bir olgu olarak, ABD ve Çin’in teknolojide diğer ulusların iyice önüne geçtiğini ortaya koymasıdır. Afrika ve Latin Amerika’nın teknoloji yarışında iyice geride kalması belki şaşırtıcı değil ama Avrupa’nın da teknolojik rekabette nal topladığının belgelenmesi oldukça sarsıcı.

Amerika ile Çin blokzincir teknolojisine ilişkin patentlerin %75’ine sahipken, nesnelerin internetine yönelik harcamaların %50’sini gerçekleştiriyolar, bulut hesaplamasına ilişkin pazarın %75’inden fazlasını kontrol ediyorlar. Dünyanın en büyük 70 dijital platform şirketinin piyasa değerinin %90’ı da yine bu iki ülkeye ait.

IMF’nin satınalma gücü paritesine göre yaptığı hesaplamalarda 2018’de dünya ekonomik üretiminin %18.7’sinin (25.3 trilyon dolar) Çin’de, %16.3’ünün Avrupa Birliği’nde (22 trilyon dolar), %15.2’sinin ise ABD’de (20.5 trilyon dolar) yapıldığı ortaya konulmuştu. Bu rakamlar üretimdeki ağırlığına asimetrik biçimde AB’nin teknolojide geri kaldığını ortaya koyuyor. (Largest Economies in the World, Kimberly Amadeo, Temmuz 2019, the balance.com)

Digital ekonominin “ham maddesinin” veri olduğu hep dile getirilir. Raporda daha 1992’de veri akışlarının hızının günde 100 gigabyte (GB) iken, 2017’de saniyede 45.000 GB’ye yükseldiği, bu rakamın 2022’de 150.000 GB’ye sıçramasının beklendiği vurgulanıyor. Bu ham veriler, dijital bilgiye (intelligence kelimesini burada zeka değil bilgi şeklinde çevirdim) dönüşüyor, ticari anlamda kullanılınca ise paraya çevriliyor.

PLATFORM KAPİTALİZMİ

Araştırmacı Nick Srnicek Google ve Facebook, Apple ve Microsoft, Siemens ve GE, Uber ve Airbnb gibi farklı sektörlerdeki firmaların kendilerini platformlara dönüştürme sürecini “platform kapitalizmi” olarak nitelendiriyor. Bu platformların daha küçük firmalara, bireylere donanım ve yazılım sunduğunu ve zamanla az sayıda firmanın tekelci bir yapı oluşturduklarını anlatıyordu (Nick Srnicek Platform Capitalism, Polity Press 2017).

Rapora göre dijital ekonomide platformlar merkezi aktörlerdir. Dijital veri ekonomik süreçlerin ana kaynağı haline gelmiştir ve böylece değer yaratır. Verinin paraya dönüştürülmesi; online reklamla (örn. Google, Facebook), e-ticaret platformu işletimiyle (Amazon, Uber, Airbnb), geleneksel malları kiralama hizmetiyle (Mobike, Rolls Royce), bulut hizmetlerinin kiralanmasıyla (Amazon Web Services, Tencent, My John Deere) gerçekleştirebilir.

PLATFORMLARIN TEKELLEŞME DİNAMİKLERİ

Platformların tekelleşme süreci üç eğilimle açıklanabilir. Birinci ve en önemli etmen şebeke etkisi, yani daha fazla kişi kullandıkça platformun daha değerli hale gelmesidir. Facebook örneğini alırsak, daha fazla arkadaş, aile mensubu, meslektaş platforma dahil olunca toplumsal iletişim kurmanın faydası ve etki gücü de artar. Uber’de ise sisteme daha fazla şoför dahil olunca yolcuların yakında bir araba bulma şansı yükselir, daha fazla müşteri hizmeti kullanmaya başlayınca da yeni şoförler platforma üye olmaya başlar… İkinci etmen, platformlar aracı olarak devreye girince her işlemden veri toplar, bu veriler biriktikçe dijital bilgiye dönüşür. Bu da platform maliyetlerini aşağı çekme, müşterileri tatmin etme, ürünlerini geliştirme fırsatı yaratır. Üçüncüsü de, patika bağımlılığı yani bir platformun etki gücü arttıkça başka bir alternatife çark etmenin maliyetinin yükselmesidir. Sosyal medya kullanıcılarının bir mecrada profillerini oluştururken bu işe zaman harcamaları ve veri yüklemeleri buna örnektir.

PLATFORMLARIN PİYASA POZİSYONLARINI GÜÇLENDİRMESİ

Platformların rekabet sürecinde güçlenmek, tekelci pozisyonlarını korumak/güçlendirmek için başvurduğu stratejilerin en önemlisi var olan veya potansiyel rakiplerini ele geçirmeleridir. Facebook’un 2012’de yükselen sosyal medya rakibi olarak Instagram’ı, 2014’te Messenger’a tehlike gördüğü WhatsApp’ı satın alması buna bir örnektir. Google ise Google Maps’e meydan okuyan Waze’i satın alma yoluyla bertaraf etmişti.

İleri teknoloji firmalarının parasal anlamda önemli şirket satın almaları, Microsoft’un Linkedln’a 27 milyar dolar, Facebook’in WhatsApp’a 19 milyar dolar ödemesidir. İletişim ekipmanı sektöründe ise sırasıyla Alphabet ve Microsoft’un Motorola (12 milyar dolar) ve Nokia’yı (5 milyar dolar) ele geçirmeleri sayılabilir. Alibaba ve Amazon ise perakende sektörüne göz dikmişler, Amazon Whole Foods Market’a 14 milyar dolar ödemiştir.

DİJİTAL REKLAM PASTASI

Giderek daha fazla sosyal ve ekonomik aktivitenin online yapılmasıyla dijital reklamın önemi artmıştır. Küresel reklam pastasında da internet reklamlarının payı yükselmiştir. 2010’da %15’den, 2017’de %38’e sıçrayarak, 200 milyar doları bulmuştur. Online reklam bu süreçte televizyonu geçerek en büyük reklam mecrası haline gelmiştir. Google ve Facebook 135 milyar dolar reklam geliriyle tüm hasılatın %65’ine konuyorlar. Bu gelişmelerden en olumsuz etkilenen geleneksel medya şirketleri oldu. Örneğin ABD’de gazete reklam gelirleri 2000 yılında 65.8 milyar dolarken, 2014’te 23.6 milyar dolara kadar geriledi. 2023’te bu rakamın 4 milyar dolara kadar düşeceği tahmin ediliyor. Tüm bu veriler reklamda da rekabeti engelleyen, tekelleşmeyi körükleyen bir yapıya işaret ediyor.

PLATFORMLAR VERGİ KAÇIRIYOR

Birçok ülke dijital ekonomiden vergi yoluyla pay alabilir. Bu şirketlerden doğrudan gelir vergisi tahsiliyle ve e-ticaretten dolaylı vergi kesintisiyle gerçekleşebilir. Ancak küresel platformların çekirdek maddi olmayan (intangible) varlıklarını İrlanda, Porto Riko, Singapur gibi düşük vergili ülkelerde göstererek vergi ödemekten kaçındıkları gözleniyor. Örneğin Facebook’in 2017’de cirosunun %56’sını, karlarının %66’sını ABD dışında gerçekleştirmesine karşın, vergilerinin sadece %8’ini buralarda ödediği görülüyor. Şirket özellikle ABD Komisyonu’nun sıkıştırması üzerine bundan böyle gelirlerini kazandığı yerlerde beyan edeceğini açıkladı. Aynı durum 2017’de gelirlerinin yarısından azını ABD’de kazandığı halde, vergilerinin %88’ini burada ödeyen Google için de geçerli.

PLATFORMLARIN İSTİHDAMA ETKİLERİ

Otomasyon ve yapay zekanın insanın yerine ikamesiyle dijital teknolojilerin işsizliğe neden olacağı endişesi egemen. Dijitalleşmenin yol açacağı istihdam kaybına ilişkin tahminler değişik araştırmalarda %7’den %47’ye kadar değişiyor. Ancak şu ana kadarki tüm bulgular dijitalleşmenin eşitsizlikleri derinleştirdiğini gösteriyor. Özellikle sadece düşük becerili işçilerin değil orta becerili çalışanların icra ettiği rutin işlerin ortadan kalkması çalışanların pazarlık gücünü azaltıyor. Ancak dijitalleşmenin 80’lerden beri eşitsizliği körükleyen diğer etmenlerin üzerine yeni bir etmen olarak eklendiğinin de altını çizmek gerekiyor.

Platformların yaygınlaşmasıyla yeni istihdam biçimleri ortaya çıkıyor. Buralardaki işler; kendi işinde çalışma, bağımsız yükleniciler veya bağımsız işçiler kategorilerinde değerlendiriliyor. Söz konusu istihdam tarzı çalışana bir ölçüde esneklik tanısa da, daha zorlu çalışma koşulları yaratıyor. Bu konuda Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) araştırması ücretlerin düşük olduğunu, iş arama gibi ödeme yapılmayan aktivitelerle ciddi zaman kaybedildiğini, sağlık-emeklilik gibi sosyal koruma programlarının kapsamı dışında kalanların oranının yüksek olduğunu gösteriyor.

AZ KİŞİ İÇİN DEĞİL ÇOĞUMUZ İÇİN DİJİTAL EKONOMİ

Sonuç olarak rapor, ülkeler arasındaki dijital uçurumların eşitsizlikleri daha da ağırlaştırdığının, bu durumun aşılabilmesinin yeni politikalar ve düzenlemeler gerektirdiğinin altını çiziyor. Dijital girişimciliği yaygınlaştırma, becerileri geliştirme, rekabet, vergilendirme, istihdam açısından hükümetlere farklı politika seçenekleri önerilse de, denenmiş ve sonuç alınmış kolay çözümler bulunmuyor. Bu nedenlerle GOÜ’leri de kapsayan uluslararası işbirliği ve diyalog gerekiyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin başarılması açısından da dijital kökten değişikliklerin yapıcı anlamda seferber edilmesine gereksinim duyuluyor.