Google Play Store
App Store

Dijital kapitalizmin emek sömürüsünün daha da derinleştiği bir süreci ifade ettiğini vurgulayan Çalışma Ekonomisti Sevgi, ‘yeni’ çalışma biçimleri adı altında emekçilerin yüzlerce yıllık kazanımlarının gasp edildiğini söyledi.

Dijitalleşme sömürüyü derinleştirdi
Fotoğraf: BirGün

Tuğçe ÇELİK

İnternet ve sosyal medya araçlarının yaygınlaşmasıyla emek sömürüsünün derinleştiği çağımızda dijital dünya her ne kadar ‘büyülü’ görünse de arkasında herkesin ve her şeyin metalaştığı vahşi bir dünya var. Sosyal mecralardaki içerik üreticilerinin ‘havalı’ duruşları da bu gerçeği değiştirmeye yetmiyor. Kırklareli Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hüseyin Sevgi ile dijitalleşmeyle kapitalizmin geldiği yeni aşamayı ve emek-sermaye ilişkisinin güncel hallerini konuştuk.

Teknolojik gelişmeler kapitalizmi nasıl dönüştürdü? 

Teknoloji ile kapitalizm arasındaki ilişki biçimsel olarak karmaşık ve çok boyutlu görünse de işleyiş bakımından aralarında karşılıklı fayda sağladıkları bir ilişki söz konusudur. Teknoloji ile kapitalizm arasındaki ilişki tam olarak bu şekilde evrilmiştir. Kapitalizm hayatın hemen her aşamasında teknolojinin gelişmesi için çabalarken, teknolojik gelişmeler de 19. yüzyıldan kalma kapitalist sömürü ilişkileri maskelemek ve görünmez kılmak için kullanılmaktadır. Kapitalizm teknolojik gelişmeleri beslerken teknolojik gelişmeler kapitalist çıkarlar doğrultusunda kullanılmaktadır. Bunun en somut örneklerini son yıllarda dijital iletişim teknolojilerindeki popülerleşmeye bağlı olarak yaygınlaşan ‘platform ekonomisi’ veya ‘gig ekonomisi’ gibi kavramlarla açıklanan dijital ekonomi piyasalarında görmekteyiz.

Geleneksel emek-sermaye ilişkisinin silikleştiği bu piyasalarda çalışan işçiler doğrudan sermayeyle değil bir şekilde müşteriyle karşı karşıya gelmektedir. Örneğin platforma temelli çalışan bir kurye paketi teslim ederken müşterinin ne kadar memnun olduğunu ile doğrudan ilgilenmek zorunda kalıyor. Kuryenin asıl muhatabı platform üzerinden siparişleri alan, düzenleyen ve denetleyen sermaye olması gerekirken, kurye son müşterinin ne kadar memnun kaldığıyla ilgilenmek zorunda bırakılıyor.  Otomobil fabrikasında çalışan bir işçinin; “Acaba ürettiğim otomobili alan müşteri memnun mudur?” diye dertlenmesi mümkün müdür? Normalde böyle bir problem işçinin sorunu olmadığı gibi sınıfsal olarak işçinin sorumluluğunda da değildir. İşte dijital ekonomi piyasaları sermayenin önemli bir sorumluluğunu işçiye yükleyerek kendisini daha görünmez kılmaktadır. Dijitalleşmenin kapitalizmin doğasında aslında hiçbir şeyi değiştirmediğini söyleyebiliriz. Emek sömürüsüne dayalı sermaye birikimi sistemi hiç değişmediği gibi dijital teknolojiler sayesinde bu sistem daha da güçlenmiştir.

Doç. Dr. Hüseyin Sevgi
Kırklareli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü

Dijital platformlarda çalışanlar ‘işçi’ olarak kabul edilebilir mi?

Dijital ekonomi piyasalarında çalışan işçiler birçok durumda ‘işçi’ dahi kabul edilmemektedirler. Platform temelli işlerde çalışanların statüsünün ne olacağı hala belirsizliğini korumaktadır. Bu durum işçilerin en temel sendikal haklara dahi ulaşmasında sorun yaşamalarına neden olmaktadır. İşçi sınıfının 150 yıl önce verdiği büyük mücadeleler ile elde edilen birçok temel hak, bugün dijital teknolojilerle desteklenen yeni(!) çalışma biçimlerine karşı adeta feda edilmektedir. Çoğunlukla ‘yeni’ olarak adlandırılan bu çalışma biçimleri aslında hiç de yeni olmayan, bizim 1800’lerden bildiğimiz ‘kuralsızlaştırılmış’ emek piyasası koşullarını içermektedir. Bugün bu kuralsızlaştırmanın iktisadi kanadını neoliberal politikalar yürütmektedir. Neoliberal politikaların alamet-i farikası olan esnek çalışma biçimleri her fırsatta parlatılıp yüceltiliyorken iş güvencesinin ortadan kaldırıldığı, gelir güvencesinin olmadığı ve sendikal hakların zayıflatıldığı emek piyasası koşullarından neredeyse hiç bahsedilmiyor. Dijital teknolojiler sayesinde esnek çalışmanın her türlüsünü destekleyen neoliberal politikalar, sermayenin daha rahat hareket etmesine olanak tanıyarak işçi sınıfının en temel kazanımlarını dijitalleşme adı altında zayıflatmaktadır.

Teknolojik gelişmelerle birlikte sömürü alanlarının ve düzeyinin arttığından bahsedebilir miyiz?

Özellikle son 40 yıldır neoliberal politikaların baskısı altında olan emek piyasalarında sömürünün daha derinleştiği ve yaygınlaştığı tartışmasız bir gerçek. Teknolojik gelişmeler derinleşen emek sömürüsü sürecini sermaye açısından daha kolay yönetilebilir hale getirmektedir. Bu bakımdan teknolojik gelişmelerin emek piyasalarında işçi lehine bir iyileştirme yarattığını söylemek çok zor. Normalde emek piyasalarında gerçekleştirilen çalışmanın bir zaman-mekan sınırlamasının olmasını ve işçinin emek piyasası dışında geçirdiği belirli boş zamanın olmasını bekleriz. Günlük 8 saatlik çalışma süresi mücadelesi bu amaçla verilmiş bir mücadeledir. Ancak geldiğimiz noktada cep telefonları, bilgisayarlar ve dijital ağlarla işverenler işçiye her an ulaşabilmeyi istemektedir. Yeni iletişim teknolojileri ile işçiler tatillerde, izin günlerinde ya da iş dışında kalan sürelerde çalışmak durumunda kalmaktadır. İşveren zaten günün belirli bir bölümünde kendisi için çalışan işçiyi, işçinin boş zamanı olması gereken zamanda çoğunlukla da ücretsiz çalıştırarak emek sömürüsünü derinleştirmektedir. COVID-19 salgını dönemiyle adeta altın çağını yaşayan ‘uzaktan çalışma’ biçimlerinin çoğunda işçilerin çalışma ve boş zaman sınırlarının birbirine karıştığı, bunun iş-yaşam dengesini olumsuz etkilediği kabul edilmektedir. Çalışmanın zaman-mekan sınırlarını aşması emek sömürüsünün işçinin genel yaşamına yayılmasına ve tespitinin daha zor hale gelmesine neden olmaktadır.

Dijital kapitalizmin toplumsal hareketlere nasıl bir etkisi var?

Dijital kapitalizm kavramının kapitalizmi sevimli göstermek için kullanıldığını görebiliyoruz. Dijital kapitalizm, kapitalizmin kendi iç dinamiklerini teknolojik gelişmeler çerçevesinde yeniden dizayn ettiği bir süreçtir. Kapitalizm bunu yaparken işleyiş mantığında köklü bir değişiklik söz konusu değildir. Örneğin, kapitalist sistem nasıl ki 19. yüzyılda sadece piyasanın çıkarlarını gözeten bir şekilde hareket ettiyse, bugün de aynı şekilde piyasanın çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmektedir. Bu bağlamda dijitalleşme, kapitalizme daha esnek ve hızlı hareket etme kabiliyeti kazandırmıştır. Bu kabiliyet toplumsal hareket bakımından olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Teknolojiye ulaşma, kullanma ve dizayn etme gücünü elinde bulunduran sistem, özellikle dijital iletişim teknolojilerini kendi ideolojilerini yeniden üretmek ve yaymak için de kullanmaktadır. Örneğin HES’lere karşı yükselen toplumsal hareketlerin yaygınlaşmasını önlemek için sermaye temsilcilerinin sosyal medya platformlarından HES projelerini haklı çıkarmaya yönelik paylaşımlarını görmek mümkündür. Benzer biçimde grev ve sendikal hareketlerde de işveren temsilcilerinin dijital ağları çok aktif kullandıklarını görebilmekteyiz. Bununla birlikte toplumsal hareketler de teknolojinin imkanlarından faydalanmaktadır. Sosyal ağların birer mikro örgütlenme alanı olarak kullanılabileceğini birçok toplumsal harekette gördük. Ancak bu noktada önemli bir sorun var: Toplumsal hareketin örgütlenme ve propaganda aracı olarak kullandıkları sosyal ağlar da birer sermaye aracı. Sosyal medya platformlarının aslında birer ‘şirket’ olduğunun unutulduğunu ve bu platformlara toplumsal hareketler tarafından fazla güvenildiğini düşünüyorum. Unutmamak lazım ki bu platformlar mikro ve makro iktidar merkezleriyle tam bir işbirliği içinde çalışmaktadırlar.

∗∗∗

İÇERİK ÜRETİCİLER MUTLU BİR İLLÜZYONDA YAŞIYOR

Sosyal medya içerik üreticileri, influencerlar, youtuberlar çok 'havalı' görünüyorlar. Bu bir illüzyon mu?

Rosa Luxemburg diyor ki: “Tamamen kapitalist bir ortamda sermaye birikimi imkansızdır. Sermaye birikimi, kapitalist olmayan kitleler üzerinden genişleyebilir.” Yani bir yerde sermaye birikimi varsa mutlaka emek sömürüsü de vardır. Sosyal medya içerik üreticileri dijital kapitalizm koşullarında en kayıp kitleyi oluşturmakta. İçerik üreticilerinin emek sömürüsüne maruz kalması iki şekilde gerçekleşiyor. Birincisi, doğrudan sosyal medya platformunun sömürüsü. İçerik üreticileri sosyal medya platformlarında ücretsiz olarak içerik üreterek bu platformların daha sonra metalaştırabileceği verileri sunarlar. Örneğin, Instagram’da bir kişinin ürettiği içerik ve bu içeriğe bağlı aldığı etkileşimler Instagram tarafından işlenmekte ve piyasa metalaştırılmaktadır. İçerik üreticileri ciddi bir emek-zaman maliyetine katlanarak içerik üretirken platform hiçbir ücret ödemeden buradaki değere el koymaktadır. İçerik üreticilerinin maruz kaldığı ikinci emek sömürüsü ise reklam ve sponsorluk gelirlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu gelirler içerik üreticilerinin temel maddi kaynaklarını oluşturuyor. Böyle bir gelirin güvencesi ve sürekliliğinden bahsetmek mümkün değil. Elde edilen gelir anlık ve kısa süreli bir refah sağlıyormuş gibi görünse de orta ve uzun vadede kişinin lehine bir sonuç doğurmamaktadır. Bir içerik üreticisinin sponsorluk geliri için video çekerken kaza geçirmesi durumunda sponsor firmayı bundan sorumlu tutmak ve bunu bir iş kazası olarak tanımlamak çok zor olacaktır. Benzer biçimde içerik üreticilerinin kısa ve uzun vadeli sigorta kollarından faydalanabilmeleri için gerekli primlerinin ödenmesi kendi sorumluluklarındadır. İçerik üretebilmek için harcadıkları maddi ve maddi olmayan emeğin herhangi bir zamanı veya mekanı da bulunmamaktadır. Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde içerik üretenler mutlu bir illüzyon içinde yaşıyor olabilirler ancak kapitalizmin emek sömürüsü gerçekliğinden kaçmaları mümkün değil.