Dikenli ağaçlardan Jonas Mekas’a...

Yeni yıl kutlamaları nedense hep içimi daraltmıştır. Eğlenmeye zorlanmak, insanı böyle yapıyor. Ama ben zaten, kartpostal gibi kar manzaralarının tadını bile “Zavallı kuşlar donacak” diye dertlenerek bir türlü çıkaramadığımdan böyle oluyor. İşte şimdi kar bile yokken, Bristol’daki dikenli ağaçları kendime dert edindim. Ve nedense onları “Çekmeköy Underground” filmi ile aynı kefeye koydum. Neyse ki gmail’in biraz aşağısında, Indiewire’da da bir Jonas Mekas haberi vardı. Benim için, küçük mutluluklar sınıfının üstüne yükselen, hakiki bir haber. Mekas 95 yaşındaydı ve sinema faaliyetini aşkla sürdürüyordu.

Dikenli ağaçların meselesi şu: Bristol’da birtakım servet sahibi Britanyalılar, zengin mahallelerindeki ağaçlara diken döşemişler. Kuşlar ağaçlara konamasın diye. Çünkü kuşlar onların ağaçların altına park ettikleri arabalarını pisletiyormuş. Onlar da, arabalarına örtü koyacaklarına, ağaç altına park etmeyeceklerine, ya da zaman zaman bir zahmet temizleyeceklerine /temizleteceklerine), ağaçları kuşlara dar etmeyi tercih etmişler. Onları yerlerinden etmek, kuşların yanı sıra ağaçlarda yaşayan başka hayvanları da (örneğin sincapları) yuvalarından kovmak daha kolay gelmiş demek. Belki de daha keyifli.

İnsanlar hep kuşların habitatlarını işgal etmiş, hatta kuş ve sair hayvan türlerinin tükenmesine yol açmıştır. Ama bu haber bana hayvanların değil de, insanların sorunlarını hatırlattı nedense. Bir filmle ortaya konan “insan insana karşı” sorunlarını... Aklıma daha önce İstanbul belgeselleri yapmış Ayşim Türkmen’in 2014 yapımı ilk kurmaca filmi “Çekmeköy Underground” geldi. Gecekondu mahallesindeki çocukların hikâyesini anlatır. Bir yandan, nihayet edindikleri stüdyoda bir yetenek yarışması için “arabesk rap” tarzı bir klip hazırlayan gençler, bir yandan da nahak yere hapis yatan “Küllü Harap” lakaplı Cemal Abi’lerinin tahliyesini bekler.

Ama benim Türkmen’in filminin unutamadığım yanı, kentsel dönüşüm sonucu ortaya çıkan tuhaf bir ayrımcılık örneğiydi. Gecekondu mahallelerinin yanında yepyeni zengin siteleri vardı. Mahallenin dışına duvarlar dikmişler, üstlerine kimse geçemesin diye kırık camlar atmışlardı. Yanlarındaki yoksul insanlardan, onların yoksul insan işi evlerinden rahatsız oluyorlar, korkuyorlar, sonuçta yoksul evlerin sakinlerini tedirgin ediyorlardı. Yönetmen Ayşim Türkmen, Altyazı dergisinin onunla yaptığı söyleşide “Yeni lüks semtlerde, gecekondu özelliklerini sürdüren mahallelerin yanında yer alan, jiletli tellerle çevrili siteler, hiç de korkulacak bir yanı olmayan yaşamlara karşı olağanüstü güvenlik önlemleri alarak site dışındaki ortamı kriminalize ediyorlar” diyordu.

Üstelik, site sakinleri, evlerine temizliğe gelen ve orada çalıştıkları için sitelere girebilen kadınların komşu gecekondu mahallesinde oturduğunu da bilmiyorlardı. İşe belgesel çekme niyetiyle başlayan ekip Çekmeköy’de Küllü Harap imzalı şu duvar yazısıyla karşılaşmış: “‘Çekin Lan Duvarı Teli, İnsan Gibi Yaşayın”. Ama mahallenin çocukları Cemal’in hapisten çıkması yaklaşınca, söyleşi randevularına bütün bütün gelmez olmuş. Onlar da kurmaca yapma kararı almışlar.

Jonas Mekas’a gelince, kendisiyle yirmi küsur yıl önce, sanırım Torino Film Festivali’nde karşılaşmıştım. Onu ve bir retrospektif sunan Prag Baharı yönetmenlerini unutamıyorum. Prag Baharı (Çekya) filmlerinin, o asi akımın filmlerinin hâlâ ne kadar muhteşem olduğunu da böylece görmüş olduk. (Ankara’daki Fransız Yeni Dalga’sı retrospektifini de unutmuyoruz). Retrospektife ilişkin konuşmalara “Papatyalar/Daisies”i ile tanıdığımız Vera Chytilová riyaset ediyordu. Gene hepsini azarlıyordu. Olmayanlar ise Jiri Menzel ile Milos Forman’dı. İzleyiciler onların niye gelmediğini sorunca şöyle demişti: “Jiri özür diledi, bir film üzerinde çalışıyormuş. Milos ise cevap bile vermedi. Kendine başka bir yol seçmiş demek.” Ben, yıllar sonra da yolunu değiştirmemiş olanları görmekten çok memnun kalmıştım. Ama o sıralar yıldız sayılan Milos’un arkadaşlarını ve kendini elbette, yoksayması da içime işlemişti.

Jonas Mekas ise 95 yaşında. Indiewire söyleşisinde kendini nasıl hissettiği sorulunca, 95’in bir özelliği olmadığını, belki 100’de farklı hissedeceğini söylemiş. Umarız bedenî bir farklılıktan söz etmiştir. Yoksa bağımsız, avangard sinemacı, arşivci, şair, Village Voice’un eski film eleştirmeni ve yaşayan New York efsanesi Jonas Mekas yirmi küsur yıl önce, elli küsur yıl önce neyse gene o. Onu ilk kez gördüğm festivalde, destek bulamadığı bir projeye para toplamak için kendi siyah/beyaz fotoğraflarını satıyordu. Bugün de bende durur. Önce onu festivale dahil olmuş bir evsiz sanmıştım. Sonra biraz konuştuk, onun evsiz değil benim kör olduğum anlaşıldı.

Kırk yıl kadar önce Anthology Film Archives’ı kurmuştu, yaşatıyor. Nihayet Akademi’ye davet edildi. Kabul etmeye karar vermiş. Harıl harıl, dost desteğiyle oluşturduğu listedeki filmleri izlemeye çalışıyor. En çok beğendikleri neler dersiniz? “Paterson” (Jim Jarmusch), “Lady Bird” (Greta Gerwig) ve “Faces Places (Agnes Varda ile JR.), Biz de zaten ondan bunu beklerdik. Mekas eskiyi unutmuyor ama bugünün de hakkını veriyor. Her şeyden önce ‘saf sinema’nın hakkını veriyor.