Çocukken gittiğim devlet dairelerinde ya da okulda bazı dolapların üzerinde gördüğüm standart bir çıkartma vardı: Yangında İlk Kurtarılacak. O dolapların ya da dosyaların içinde ne olduğunu merak eder, yangında kurtarılmazlarsa başımıza neler geleceğini merak ederdim. Bu çıkartmalar dijitalleşme çağında hâlâ var mı emin değilim?

Bu yazıyı yazdığım sırada yangınlar büyük ölçüde kontrol altına alınmıştı. Umarım tekrarlanmaz, umarım daha hazırlıklı oluruz. Yüksek olasılıkla bu yangında yükselen duyarlılıklar birkaç gün içinde unutulacak. Çünkü onlara ayrılan dikkat süremiz doldu. Yol üstünde dikkatimizi çekecek ve dağıtacak yepyeni gündemlerimiz olacak. Sosyal medya akışında bu böyle olup gidecek, Facebook’a girip birilerine baş sağlığı dileyeceğiz, sonra Instagram’da mutlu tatil fotoğrafımızı paylaşacak ya da başkalarınınkine gıptayla bakacağız, belki müzikli bir hikâye ya da komik bir video paylaşacağız, sonra Twitter’a dönüp çok önemli bulduğumuz bir siyasi gündem için okkalı bir yorum yapacağız. Bütün bunlar birkaç dakika içinde olup bitecek, dikkatimiz bir oraya bir buraya savrulacak. Arkadaşlarımızla sohbetlerimiz telefona bakma aralıklarına göre şekillenecek, kendimizle baş başa kalma fırsatı bulacağımız en küçük boşluklarda o telefon yine elde olacak.

Peki, geriye ne kalacak? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi bu, yani yitip giden dikkatimiz. Hiçbir şeyin derinlemesine konuşulmasına izin vermeyen bu sonsuz kaydırışlarımız.

DİKKATİMİZ KADAR CÖMERTİZ

Sigal Samuel, vox.com’da yazdığı, bence son derece önemli makalede,* Fransız Filozof Simone Weil’in “Dikkat, cömertliğin en nadide ve en saf biçimidir” sözünü alıntılıyor. Çünkü Weil, bir başkasına dikkat edebilmek için önce kendi benliğimizi yoldan çekmemiz gerektiğine inanmaktadır. Samuel de yazısında; Facebook, Instagram ve Twitter gibi sürekli kendi kimliğimizi inşa ettiğimiz, kendimizin ilham verici bir versiyonunu yarattığımız platformların içinde bunun çok zor olduğunu dillendiriyor. Kendi benliğimizi yoldan çekmek bir tarafa, sürekli onaylatmaya çalışıyoruz. Dikkatimiz, yangınlar sürerken yüksek oranda oradaydı. Yangında yitip giden ağaçlara, canlılara üzüldüğümüzde, ihmali ve sorumluluğu olanlara öfkelendiğimizde biraz kendi ilham verici versiyonumuzu yaratıyor olsak bile dikkatimiz oradaydı. Peki, böylesi büyük felaketler olmadan dikkatimizi bir yere odaklamak mümkün mü?

BU HABERLER YAPILSA DİKKAT ÇEKER MİYDİ?

Yangından önce, diyelim ki kış aylarında şöyle bir haberin yapıldığını düşünelim ki benzerleri yapıldı da. “Uzmanlar uyarıyor, iklim değişikliği nedeniyle önümüzdeki yaz orman yangınlarının şiddeti artabilir.” Böylesi bir haberin dikkatimizi tetikleyip güçlü bir kamuoyu yaratması ihtimali var mıydı? Bu konularla zaten ilgili olan birkaç insan paylaşır geçer. Ya da daha daraltalım, “THK yangın söndürme uçakları hangarda çürümeye terk edildi” haberi yapılmış olsa; böylesi bir sosyal medya akışında, bu algoritmik yarışta yapıldığı günlerde yeterince dikkat çekme ihtimali var mıydı? Sosyal medyada kaç dakika konuşulabilirdi? Ancak yangın olduğunda bütün dikkatler oraya yöneliyor. Çünkü hiçbir konuyu derinlemesine tartışacak, fikri takibini yapacak dikkat süremiz yok. Önceden manşet diye bir şey vardı, hiç değilse en az bir gün bir konu tartışılabilirdi ama sosyal medya çağında o manşetlerden günde onlarcası atılabiliyor.

EMPATİYİ NASIL YİTİRİYORUZ?

Sosyal medya çağında insanlar, başkalarının acılarıyla daha fazla yüzleştiği için empatiye daha yatkın diye düşünülebilir. Fakat veriler öyle söylemiyor. Yine Samuel aktarmış. 2010 yılında, Michigan Üniversitesi’ndeki psikologlar, otuz yıl boyunca Amerikalı üniversite öğrencilerinin empati düzeylerine ilişkin 72 araştırmanın bulgularını analiz etmiş. Sonuçlar şaşırtıcı: Öğrenciler arasında empatide yüzde 40’tan fazla düşüş gözlenmiş. Bu düşüşün çoğu da 2000 yılından sonra gerçekleşmiş. Dolayısıyla sosyal medya platformlarının büyük ölçüde empatiyi aşındırdığı hipotezine varılmış. Bugün insanların sosyal medyadaki dayanışması ve birçok sorunun orada çözülmesi nedeniyle buna itiraz edilebilir. Bunu tartışalım da herhalde dikkatimizin çok dağıldığı konusuna pek kimsenin itirazı olmaz. Zaten önerme de buradan kuruluyor. Bu derece dikkat dağınıklığı olan ve insanların kendi benliklerini asla aradan çekemeyeceği ortam insanlığı iyi bir yere götürmüyor.

Önümüzdeki haftalarda yine sosyal medya düzenlemesini konuşacağız. Büyük ihtimalle yine sansür ihtimalleri, insanlara verilecek cezalar ve platformların Türkiye’de kapatılma ihtimalleri masada olacak. Bir süre de ona dikkat kesileceğiz. Platformların şeffaf olmayan algoritmalarını, içerideki yanlış bilgiyle mücadele sorumluluklarını, kasıtlıca tasarlanan bağımlılık yapıcı taraflarını, dijital emek sömürüsünü ve dijital medya okuryazarlığı eğitiminin önemini ise şimdilik dikkate almayacağız. Çünkü nasıl sosyal medyanın doğası, kendi benliğimizi yol üstünden çekip ötekini eksiksiz dikkate almayı engelliyorsa, bu ülke de kendi gündemi hariç hiçbir şeye dikkat kesilmemize imkân vermiyor. Tanpınar’ın meşhur “Bu ülke evlatlarına kendisinden başka hiçbir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor” sözü sürekli doğrulanıyor. Bu gerçeğin üzerine bir de sosyal medya binince, dikkatin oradan oraya savrulduğu, ama asla savrulduğu yerde duramayacağı bir paradoks oluşuyor. Yangından geriye kalan da bu. Oysa bu çağ yangınında kurtarmamız gereken ilk şey dikkatimizdi.

*It’s hard to be a moral person. Technology is making it harder, 3 Ağustos 2021, vox.com