Diktatör deyince memlekette “o diktatör” ile “bu diktatör” akla geliyor hemen.

O diktatör cızlamı çekti: öldü.

O diktatörün insanlığa karşı işlediği suçlar dosyası kabarık. Bu diktatörün de dosyası kabarık ve yaşadıkça daha da kabarıyor.

Cızlam, “kaçma, savuşma” demek, yani o diktatör hesabını veremeden kaçıp gitti…

O diktatör ile bu diktatör kıyaslaması lüzumsuz. Çünkü benzer yönleri farklılıklarından çok fazla, yaptıkları da neredeyse aynıyla vaki.

Bu diktatöre baktıkça her şey o diktatörü hatırlatacak. Çünkü bu diktatör o diktatörü yargılayacağım diye caka satarken bile onu aynen tekrarlamıştı.

O diktatör faşizmin mücessem haliydi, faşizmi iliklerine dek tüm hücrelerinde içselleştirmiş, şahsileştirmişti. Bu diktatör çok mu farklı?

12 Eylül günü mesela ruh ikizi oldukları gün: 12 Eylül 1980 darbesinde ülkede diktatörlük başlatıldı ve 12 Eylül 2010 referandumunda da diktatörlük inşa edilmeye girişildi. Dejavu ya da aynı kâbusu tekrar görmek gibi bir şey hâsıl oldu.

O diktatör vahşileştikçe maskaralaştı. Her cümlesi bir kara mizah konusuydu. Memleket tarihinde en çok dalga geçilen diktatördü, ikincisine böyle de örnek oldu.

 “Asmayalım da besleyelim mi” gibi iğrenç sözler ve anaları yuhalatma benzerlikleri bir yana, o diktatör de sıklıkla “Ben bir hocanın çocuğuyum. Dinin ne demek olduğunu pekâlâ bilirim” diye söze başlar, meydanlarda topladığı kalabalıklara kürsüden Kuran ayetleri okurdu. Nitekim AKP’den Burhan Kuzu, zorunlu din dersini getirdiği için o diktatörün peşinden dua etmedi mi? Her iki diktatörün de en iyi bildikleri işlerden, kürsüden Kuran sallamak.

O diktatör devlete el koymuştu, yargıya, yasamaya, yürütmeye, orduya, eğitime her şeye; bu diktatör de öyle. O diktatör yüksek seçim barajı getirdi, bu diktatör keyfini çıkarsın diye. O diktatör özgür basına düşmandı, bu diktatör de.

O diktatör de tıpkı bu diktatör gibi “Onlar amaçlarına ulaşırlarsa sizi bir kenara iterek diktatörlük kuracaklar. Bunu böyle bilesiniz” diyecek kadar pişkindi.

Evet, kuyruğu yoktu, titretemedi. Nalları yoktu, dikemedi. Ama o diktatör de cavlağı çekti işte. Az geldiyse bir de şöyle diyelim:

Cartayı çekti işte.

Bence devlet töreni yapılsın, cenaze namazını da Türkiye’nin İmamı kılsın, devlete de imama da yakışır…

Tarih elbette tekerrür etmez ama şu da bir tarih tekerlemesidir:

“damdan düşmüş bir diktatör, kuyruğunu titreterek…

onu gören devrimciler almış mezarını kazmış,

mezar taşına şunları yazmış:

‘damdan düşmüş bir diktatör, kuyruğunu titreterek...

onu gören devrimciler………....’”