Filipinler devrik diktatörü Ferdinand Marcos kitap yazmaya çok hevesli biriydi. Yirmi yıllık diktatörlüğüne bazıları tuğla kalınlığında bazıları altmış-seksen sayfadan oluşan 20 kitap sığdırdı. Bu parmak ısırtan entelektüel cömertliğini ilk öğrendiğimde, Marcos’un ipe sapa gelir, ciddiye alınabilir bir şeyler yazabilecek çapta biri olmadığını bildiğim için biraz da şaşırmıştım. Yine de, Part-time Marcos uzmanı olarak, hakkını teslim ettim: “Amerikan halkı onun gibi bir lidere sahip olmağı için çok hayıflanmıştır ve ABD yönetimleri Marcos’u kesin çok kıskanmıştır. Hatta Beyaz Saray hasedinden çatlamış-patlamış bile olabilir” dedim. Marcos’un kitapları insanlığın yüz yüze olduğu acil ve pek mühim sorunlara parmak basıyor ve sadece onun gibi bir “özel seçilmişin” akıl edebileceği çözümler veya öneriler sunuyor olmalı ki her biri Filipince, İngilizce, Rusça ve Çince olmak üzere dört dilde basılmış. Marcos, (anne tarafından) Çinli kanı taşıdığını söyler ve bununla övünürmüş. Çince basılmasının bir nedeni de bu olabilir. Sonunda, Filipinli arkadaşın yardımıyla beş kitabını temin ettim ve en ince olanından okumaya başladım. Kitabın daha yirmi sayfasını bile devirmemiştim ki, kendimi üstad gazeteci Muhlis Bey’in hayret ifadesiyle “Uy anamlar, ne akıllar ne fikirler” derken buldum. Bu cümle diğer kitaplarda da sık sık aklımdan geçti.

DİKTATÖR ADINA KİTAP YAZMAK

Kendini bilen biri, onurlu bir insan için kuşkusuz çok utanç verici, aşağılayıcı bir durum. Fakat faşist diktatörlerin çevresinde böyle erdemli insanlar bulunmaz. Varlığı diktatörün varlığına mecbur olan düşkün yanaşmalar ve (kendisi gibi) kötücül ruhlu ideolojik hempaları bulunur. Marcos uzmanı Filipinli araştırmacı Miguel Paolo P. Reyes’in araştırmaları Marcos’un adıyla yayınlanan o 20 kitabın bir cümlesinin bile Marcos’a ait olmadığını ortaya çıkardı. Zaten o kitaplarda geçen herhangi bir kavram hakkında bir paragraf olsun bir şeyler yazabilecek çapta biri değildi.

Reyes, “Producing Ferdinand E. Marcos, the Scholarly Author” başlıklı makalesinde, hangi kitabın kimin tarafından yazıldığını kanıtlarıyla gösterdi. Kitaplar diktatör Marcos’un yazar-çizer kılıklı yanaşmaları tarafından yazılmıştı. Birkaçı (ince olanlar) Marcos’un propaganda ve iletişim sorumlusu Primitivo Mijares Jr. tarafından derlenmişti. Yazarlar arasında, Marcos için kitap yazmayı şimdi utanç verici bulanlar ve halktan özür dileyenler de çıktı, sessiz kalanlar da, yazdığını reddedenler de… Bir faşist diktatörle iş tutmanın utanç verici olduğunu ve mutlaka bedel ödeteceğini geç de olsa anladılar.

Konunun bir de başkasına ait bir eserin üstüne yatmak, kendi eseriymiş gibi sunmak -akademik adıyla intihal- boyutu var. Akademide yapıldığında, orijinal eserin sahibi (ç)alıntıya rıza gösterse bile, intihali yapanın akademik unvanını elinden alacak kadar ciddi bir akademik-ahlaki sorundur. Fakat diktatörler böyle derin ahlaki ayrıntılarla ilgilenecek kadar gelişmiş insanlar değildir. Onlar sadece kibirlerinin beslenmesi, zayıf egolarının şişirilmesi ve sönen yıldızlarının parlatılmasıyla ilgilenirler. Yapılanlar bunlara hizmet ediyor (ki hizmet etmek zorundadır) iyidir, faydalıdır ve gereklidir; hizmet etmiyorsa fuzulidir. Onlar her şeyin (ve hatta herkesin bile) sahibi olmak ayrıcalığına sahiptirler… Her şeyin kuralını koyma hakkına sahip sual edilemez varlıklardır…

KİTAPLAR ÜZERİNE SON SÖZ

Kitaplar bolca yalan ve demagojiyle süsülenmiş başarı hikâyeleri anlatmaya doyamayan bir retorikten ibarettiler. Kocaman kocaman lafların, süslü kavramların altı da içi de boştu. Bazı bölümleri okurken sanki Roma’da konuşma yapan Mussolini’yi dinliyormuşum gibi hissettim. O kadar demagoji yüklü ve o kadar korporatist… Sizde daha tanıdık birini dinliyormuşsunuz hissi uyandırması da mümkün. Velhasıl, her bir kitap hikmeti ancak benim gibi “Marcos uzmanları” tarafından anlaşılabilmiş, “Oku oku ipe diz” diye özetlenebilecek bir şaheserdi. Araştırmacı Reyes, “Marcos, insanüstü birisi olarak görülmek istiyordu. İnsanların onu çok meşgul ama son derece yetenekli ve bilgili bir adam olarak görmelerini istedi” diyor. Yani onun ağır kibrinden ve zayıf (ve şişkin) egosundan bahsediyor. Bu doğru; fakat konunun bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum.

Kitaplar, toplumun/hedef kitlenin düşünce ve duygularını maniple etme arzusuyla; yani algı yönetimi amacıyla yazılmışlardı. İçlerinde tam Marcos’un bir ABD ziyareti öncesine (1983) denk getirilmiş olan bir kitap da var. O yıllarda dünya artık Marcos’u tanımış, kim olduğunu anlamıştı ve Batı kamuoyunda kötü bir imajı vardı. Emperyalizm Marcos’u terk ediyordu… Bu kitapla Batı kamuoyunda gündeme gelmek ve bir imaj tazeleme fırsatı yakalamak istiyordu. Fakat umut ettiklerinin hiçbiri olmadı. Batı kamuoyunu aptal yerine koyma planı geri tepti. Hatta eski ABD Başkanı Jimmy Carter’dan bile bir randevu koparamamıştı. Üstüne üstlük Carter, “Demokrasi, insan hakları gibi kavramları Marcos’tan duymak mide bulandırıcı” demişti. Oysa Carter’ın Başkanlığı döneminde ABD’nin gözdesiydi.

Marcos, görsel-işitsel iletişim araçlarıyla sarıldığımız günümüz dünyasında iktidarda olsaydı, muhtemelen kitapla falan uğraşmazdı. Onun yerine, TV ekranlarında prompter önünde her gün saatlerce kafa ütülerdi. Konuşmayı çok severdi ve sesinin kitleler üstünde büyüleyici bir etkisi olduğuna inanırdı.
Marcos, ağır kibirli biriydi. Bir zamanlar yakın çevresinde bulunan bazılarının söylediğine göre, “Bütün sermayesi kibir ve zorbalıktan ibaretti. Herkes ve her şey onun kibrini beslemeye, zayıf egosunu şişirmeye mecburdu. Aksine davrandığını düşündüklerine karşı psikolojik şiddet uyguluyordu. Hatta polis ve muhafızları aracılığıyla fiziksel şiddet uygulattığı kişiler de oluyordu. Bu itiraz edilemeyen (şerrinden korkulan) zorbalığı Filipinler halkına ‘karizma’ diye pazarladılar.” Kitaplar da “Marcos imajı” pazarlamanın bir aracıydı; yani başta söylediğim gibi, algı yönetimi araçlarıydılar.

NOT: Kitaplar hakkında değerlendirme ve alıntılar da içeren daha kapsamlı bir derleme kamuraninnotdefteri.blogspot.com adresinden okunabilir.