‘Tükenme’...

19. yüzyılın ilk yarısında ABD ve Avrupa’da doktorlar cepheden dönen askerlerin yaşadığı psikolojik sıkıntıları böyle adlandırıyordu. Tabii o günlerde askerlik ve savaş, erkek varoluşunun en temel unsuru olduğu için, ölme ve öldürmekten kaynaklanan bu ‘tükeniş’ çok da önemsenmiyordu. Tükenme semptomu görülen askerler bir süre için geri hizmete alınıyor, sonra tekrar cepheye gönderiliyordu.

İç savaş gazilerinin aşırı stres ve bundan kaynaklanan kalp sorunları yaşadığını gözlemleyen Doktor DaCosta 1876’da yayımladığı bir makalede ‘tükenme’ yerine ‘Askerin Kalbi’ terimini kullandı. 1. Dünya Savaşı sonrasında cepheden sivil hayata dönen askerlerin sıkıntıları yoğunlaştı; yeni adıyla ‘Kronik Yorgunluk Sendromu’ndan mustarip olan İngiliz askerlerinin sayısı 60 bindi.

Kronik yorgunluk/asker kalbi/tükeniş, ABD’nin Vietnam’ı işgali sırasında daha önce görülmedik boyutlara ulaştı. Inous Parrish’in 1999’da yayımladığı Gaziler İçin PTSS El Kitabı’na (Military Veterans PTSD Reference Manual) göre cephe dönüşü sıkıntıları sonucu intihar eden askerlerin sayısı Vietnam’da ölenlerinkinden daha fazlaydı. Bu intiharlara ve gazilerin sayısız şiddet suçu işlemesine yol açan psikolojik sorunların ana kaynağı, 1980’de yayımlanan DSM-III’te (Mental Bozuklukların Teşhisi ve İstatistik Verileri El Kitabı, Üçüncü Edisyon) tanımlanan haliyle söylersek ‘daha önce hiç yaşamadıkları, sıradan gündelik insani deneyimlerin dışında yer alan travmatik olaylara (işkence, tecavüz, cinayet) tanıklık etmiş veya dahil olmuş olmaları’ydı. Bu rahatsızlığın resmi adı artık ‘Post-Travmatik Stres Sendromu’ydu (PTSS).

1980 yılında ABD’de PTSS tartışılırken TC’de ülke tarihinin en feci darbesi yapıldı. Darbenin başındaki komutan gerçekten korkunç bir adamdı; kalbinin “Ne yani, asmayalım da besleyelim mi?!” diyebilecek kadar taşlaşması için bir asker olarak nasıl bir PTSS kurbanı olduğunu varın siz hesap edin…

Ya da etmeyin, çünkü PTSS, diğer adıyla Vietnam Sendromu, 1990’lar Türkiyesi’nde ortaya çıkan haliyle Güneydoğu Sendromu zaten şimdiye dek hep askerler üzerinden ele alındı! Çok sayıda can kaybı yaşanan doğal afetlerden sonra da PTSS gözlemleniyor, ama psikiyatrinin apoletli versiyonuna göre travma kurbanı olanlar hep askerlerdi; ah, o zavallılar ne çileler çekmiş, vatanlarını korumak için ne korkunç şeyler yapmak zorunda kalmışlardı!.. O askerlerin tecavüz ettiği kadınlar, napalm bombasıyla yaktığı çocuklar, dışkı yedirdiği mahkûmlar, yaşını büyüterek astığı çocukların aileleri hiç travma yaşamazdı. Hâlâ da yaşamıyorlar…

Durum öyle değil tabii; aslında o kadınlar, çocuklar, mahkûmlar, öğrenciler hiç de ‘post’ olamayan, bir türlü geride bırakılamayan bir travma süreciyle birlikte yaşıyorlar. Gün geliyor, o korkunç komutan bile ölüyor -hem de arkasından rahmet değil lanet okunarak!- ama 12 Eylül uzun bir gün, bitmek bilmiyor. Kelimenin tam anlamıyla bir ‘12 Eylül ürünü’ olan AKP başlı başına bir travmatik stres sendromu nedeni… RTE de ‘paşam’ı gibi tuvalinin karşısına geçene kadar da öyle kalacak galiba.

En kısa zamanda gerçekleşmesi, ülke daha fazla tükenmeden natürmortlarında genç insan kanı yerine boya kullanmaya başlaması dileğiyle...