Part-time Marcos uzmanı olarak bugüne kadar bu konuda, birisi Marcos’un muhterem zevcesi İmelda hanımefendiyi konu eden, üç yazı yazdım. Artık unutulmaya yüz tutmuş bir faşist diktatör, bir halk düşmanı hakkında yazmamın nedeni onu Trumpgillerin öncüsü olarak görüyor olmam. Başka bir ifadeyle, günümüzün Trumpgilleri Marcos’un devamcıları sayılır. Bugün Trumpgillerin yönettiği ülkelerde neler yaşanıyorsa, Marcos’un yönettiği Filipinler’de de aşağı yukarı aynı şeyler yaşanıyordu. Hukuksuzluk, demokrasi ve insan hakları düşmanlığı, ülke kaynaklarının yağmalanması, yolsuzluk, nepotizm, suç örgütüne dönüşmüş-mafyalaşmış bir rejim, muhalefete ve basına baskı-saldırı, zorbalık, tek adamlık (bütün gücü elinde toplama) konusunda günümüz Trumpgilleri onun birebir kopyası gibiler.

MARCOS REJİMİNİN TANIMI

1986’da Foreign Policy dergisinde yayınlanan Carl H. Lande and Richard Hooley imzalı bir yazı Marcos rejimini gayet güzel özetliyor: “Ferdinand Marcos, Filipin toplumunu böldü. Rakip siyasi gruplar arasında barışçıl yolla sık sık iktidar değişimine alışmış bir ülkede, Marcos ve yandaşları kendilerini (rakipsiz) bir kalıcı iktidar haline getirebilmek için yolsuzluğa battılar, şiddet uyguladılar ve sahtekârlık yaptılar. Marcos, ayrıca bir kurumsal çürüme mirası da bıraktı. Sık sık yapılan anayasa değişiklikleri, Cumhurbaşkanlığı-egemen bir yönetim sistemi üretti. Yasal formları kullanarak hukukun ruhunu çarpıtmakta usta bir avukat olan Marcos'un yönetiminde sistem kendine hizmet eden bir otokrasiye dönüştü. Köklü ve saygın kurumlar karikatürize edildi. Bir zamanlar dürüst seçimlerin tarafsız koruyucusu olan Seçim Komisyonu rejimin bir yolsuzluk aracı haline geldi.”

SİYASİ CİNAYETLER

Marcos, her faşist (diktatör) gibi nefret yüklü, yaşam enerjisini nefretten alan biriydi. Ona muhalefet etmek, çatışmak, meydan okumak hatta eleştirmek bile onun nefretine hedef olmak demekti. O kadar ki, 20 yaşındayken bir politikacıyı sırf babasına muhalefet ediyor (siyasi muhalifi) diye silahla vurarak öldürmüştü. Kendi eliyle işlediği cinayeti Başkan olduğu yıllarda polisin ve kendine bağlı çetelerin muhalifleri katlettiği cinayetler izledi. Faillerin hiçbiri bulunamadı. Cinayetleri işleyen polisi ve çeteleri korumak için her şeyi yaptı; öldürülenleri suçladı. Devrilmesinden üç yıl önce, muhalefet lideri (ve ABD’nin Marcos’a karşı tercihi) Benigno Aquino’yu da öldürttü. Cinayet suçlamasıyla göstermelik olarak yargılanan suç çetesi, Marcos’un rejimin yargısına verdiği talimatla beraat etti. Bu cinayet, emperyalizm için raf ömrü zaten dolmuş olan Marcos’un ipini çeken olay oldu.

REAGAN’DAN BİLE AMERİKANCI…

Marcos’un kaybettiği fakat seçim hileleri ve baskı-terörle çaldığı seçimlerden sonra Batı’dan kabul görmek için yaptığı bütün girişimler boş çıkmıştı. O günlerde, Reagan’ın özel temsilcisi diplomat Philip Habib, Marcos’la yaptığı görüşmeyi ABD başkanına aktardığında, Reagan’ın “Bu ahmak benden bile Amerikancı” deyip bir kahkaha attığı rivayet edilir. Marcos, her faşist diktatör gibi, tabii ki katıksız bir Amerikancıydı. Fakat bu ölçüsü kaçmış Amerikancılık gösterisi, halkın desteğini kaybetmiş, tutunacak dalı kalmamış ve suça boğulduğu için iktidarını kaybetmekten çok korkan bir diktatörün çaresizliğinden kaynaklanıyordu. Peki, ABD, Vietnam savaşında Amerikan ordusunun yanında savaşması için on bin kişilik bir birlik gönderecek kadar Amerikancı birini neden feda etti? Üstelik feda eden Reagan gibi Marcos’a desteğini (son birkaç ay hariç) esirgememiş biriydi.

DİKTATÖRLERİN RAF ÖMRÜ

Marcos rejimi bir mafiyöz yönetimdi ve çok fazla suça bulaşmıştı. Hukuk, Marcos’un mahkemelere verdiği emirlerinden ibaretti, baskılar nedeniyle ülke nefes alamaz hale gelmişti, yolsuzluk her yerdeydi ve ülkenin varlıkları Marcos eliyle yandaşları tarafından yağmalanıyordu, ekonomi bitmişti-iflas etmişti, işsizlik ve yoksulluk çığ gibi artmıştı. Halk işsizlikten, açlıktan kırılırken o Filipinler halkına “nükleer enerji santrali kurulacağız” (hem de 7 büyüklüğünde deprem üreten bir fayın 80km yakınına) müjdesi vermekle meşguldü. Özet olarak, bir hukuksuzluk ve suç rejimi olan Marcos yönetimi bütün meşruiyetini kaybetmişti ve dolayısıyla ABD açısından raf ömrü dolmuştu. Birleşik muhalefet meşru ve saygındı, Amerikan karşıtı değildi ve liderliğini öldürülen muhalefet lideri B. Aquino’nun eşi Corazon Aquino yapıyordu. Dolayısıyla, ABD, artık bir suç örgütü olan çürümüş-kokuşmuş Marcos yönetimi yerine muhalefeti tercih etti. Diktatör çöpe atılmıştı…

SEÇİMDEN HEMEN ÖNCE

Filipinler başkanlık sisteminde içişleri bakanlığı kurumu yoktur. Bunun yerine hem savunma bakanlığı hem de içişleri bakanlığını uhdesinde barındıran “Ulusal Savunma Sekreterliği” var. Bu görevi Juan P. Enrile yürütüyordu. Yani hileli 1986 seçimlerinden sonra G. Kurmay Başkan yardımcısı Gen. Fidel Ramos’la birlikte Marcos’a isyan bayrağı açan kişi. Enrile, kendisiyle yapılan bir röportajda “1986 seçimlerinden önce Marcos’a seçimde aday olmamasını tavsiye ettiğini” söylemiş. Fakat “Marcos Suç Örgütü (Rejimi)”nün iki numarası (ve Marcos’un kuzeni) olan Gn. Kurmay Başkanı Gen. Fabian Ver’e göre, Enrile’nin “tavsiyesi” bundan ibaret değil. F. Ver, gazeteci Gary Haves’e verdiği röportajda “Enrile, Marcos’a adaylıktan çekilmesini ve yerine kendisini aday göstermesini istedi” demiş. Yani Marcos’a karşı bir tür rejim-iktidar içi darbe girişimi demek pek yanlış olmaz… Bu arada, Reagan yönetiminin Marcos’a “Başkanlığı yardımcına bırak ve adaylıktan çekil” mesajı ilettiğini de eklemeliyim.

DİKTATÖRÜN SON SEÇİMİ

Marcos, ABD’nin yukarıdaki mesajına rağmen adaylıktan çekilmedi. O günlerde ABD’nin Filipinler Büyükelçisi olan Stephen W. Bosworth BBC’ye verdiği röportajda, “Marcos seçimi kazanacağını düşünüyordu. Halkla bağı kopmuştu. Ayrıca, seçimi meşru bir şekilde kazanamazsa, bir şekilde çalabileceğine inanıyordu. Anlayamadığı iki şey vardı: Birincisi, insan hakları ihlalleri nedeniyle gücünün ne kadar zayıfladığı ve (2) iyice kötüleşen ekonomi ve ağırlaşan yoksulluk –Filipin halkının canı yanıyordu. Ayrıca, tüm dünyanın ve medyanın gözü önünde bir seçim yapması gerektiğini keşfetti. Seçimi 'zorlamak' isteyince hata yaptı ve yakalandı” diyor (Bugünler için de çok şey ifade eden “Diktatör Ferdinand Marcos’un son günleri” başlıklı bu önemli röportajın çevirisi kamuraninnotdefteri.blogspot.com adresinden okunabilir, hatta mutlaka okunmalıdır).

Seçimde ordu kırsal bölgelerde halka Marcos’a oy vermeleri için açıkça baskı yaptı, önceki seçimde (muhalefetin Başkan adayı için) oy kullanan binlerce seçmen yeni seçmen listelerinde adını bulamadı. Oyların sayımı sırasında sonuçlar değiştirildi. Hatta hile o kadar açıktı ki, Seçim Komisyonu çalışanları bile olanlara isyan etti. Bağımsız gözlemci kuruluşa göre Corazon Aquino oyların yüzde 70’inden fazlasını almıştı…ama Marcos seçimi çalmıştı.

MARCOS KAÇARKEN

Seçim hileleri o kadar açıktı ve C. Aquino’nun zaferinin çalındığı o kadar belliydi ki, dünya seçim sonucunu tanımadı. Diplomat P. Habib’e göre, “Marcos, seçim sonuçlarının tanınması ve iktidarının devamı karşılığında ABD’nin her istediğini vermeye hazırdı”. Gazeteci G. Haves’e göre ise “Filipinleri, ABD kolonisi yapmayı bile kabul edebilirdi”. Manila Büyükelçisi S. W. Bosworth yukarıda linkini verdiğim röportajda bir “ülkeden ayrılış” hikâye anlatsa bile, Gen. Fabian Ver Büyükelçiden epeyce farklı şeyler söylüyor. Ver’e göre, “ABD yönetimi, Marcos’a önünde iki seçenek olduğunu söyledi: (1) Ülkeyi can güvenliği garantisi sağlanarak terk etmesi ve (2) ABD ordusunun Filipinlere bir şekilde müdahale etmesi ve kendisini tutuklayarak atfedilen uluslararası suçlar için ABD’de yargılamak.” Marcos ilk seçeneği tercih etti. Sonu, hiçbir diktatörün halkın elinden kurtulamayacağı gerçeğinin ispatı gibiydi. Gerçi mahkemeler önünde hesap vermedi; ama daha onursuzca bir yol seçti ve ülkeden kaçtı.

F. Ver’in bahsettiği ABD yönetiminin o mesajını zamane Marcosları için günümüze şöyle uyarlayabiliriz: “Ya iktidarı bırakıp ülkeyi terk edersin ya da elimizdeki uluslararası (ve insan hakları) suç dosyalarını işleme koyarak seni “bir şekilde” alırız ve Radovan Karadziç’e komşu olursun.”

BEN KAYBEDERSEM ÜLKE KAYBEDER

Marcos, seçimi kaybetse bile iktidarda kalmasını sağlayacak bir yol bulduğunu düşünüyordu. Bu durumda, başında Gn. Kurmay Başkanı F. Ver’in bulunduğu suç örgütü sahne alacaktı. Siyasi suikastlar, bombalamalar vs yoluyla ülke teröre boğulacaktı. Yaratılan bu korku atmosferinde, Marcos, “Ülkenin bekası ve halkın can güvenliğinin teminatı” olarak sunulacak, göreve devam etmesi için “rejim kurumları” kendisine çağrıda bulunacak ve Marcos yanlılarının çoğunlukta olduğu Meclis de gereğini yapacaktı. Ülkede Marcos’a karşı gösteriler yükselirken ordu-polisten ve mafya gruplarından oluşturulan bu terör çeteleri birkaç cinayet işledi. Bu cinayetlerden en bilineni, 11 Şubat 86’da ünlü Marcos muhalifi avukat ve eski vali Evelio Bellaflor Javier’in yerel parlamento binası önünde öldürülmesidir.

HALK HAREKETİ VE BURJUVA MUHALEFETİ

Filipinler muhalefeti Marcos rejimine karşı korkusuzca ve militanca bir mücadele çizgisi izlemeye başlayınca halkın desteğini de arkasına aldı. Halkın desteği muhalefetin tahmin ettiğinden bile büyük olmuştu. “Halkın Gücü Hareketi” adını alan bu muhalefet sonunda diktatörü devirip iktidarı aldı. Fakat sonrasında olanlar için “o korkusuzca, militanca mücadeleyi taçlandırdı” demek zor. Birleşik muhalefetin sınıfsal yapısı Marcos’u yaratan sistemle ciddi bir hesaplaşmaya imkân vermediği gibi, bir daha aynı şeylerin yaşanmasını önleyecek köklü anayasal-yasal değişiklikler de yapılamadı. Yapılan değişiklikler Marcos rejiminin verdiği hasarı rötuşlamaktan ibaret kaldı. Burjuva muhalefeti “halkın gücü”nü çalmıştı…

Yapılan bir anayasa değişikliği metnine “Bu anayasa değişikliğiyle birlikte bütün devlet memurları istifa etmiş sayılacaktır” ibaresini ekleyip Marcos’un çürüttüğü bürokrasiyi bire kadar temizlemeyi beceremediler veya “aman devlete zeval gelmesin” ya da “bunlar da bu ülkenin evlatları” ahmaklığıyla ülkeyi çürüten Marcos yanaşmalarının-suç ortaklarının çoğuna bedel ödetmemeyi seçtiler. Daha geniş anlamda, devleti faşizme bir daha geçit vermeyecek kadar sağlam temeller üzerine kurulu bir demokratik cumhuriyet olarak yeniden kurmak yerine idare-i maslahatçılığı ve Marcos’un bıraktığı devlet aygıtıyla bir ölçüde uzlaşmayı seçtiler. O yüzden, o gün bu gündür Filipinler kendini toparlayamadı. Bugün, Trumpgillerin açık ara en dangalağı olan Duterte (ve ondan önce Arrayo), Corazon Aquino yönetiminin yaptığı bu büyük hatanın eseridir. (Bu arada, Duterte’nin din düşmanı olmasının kendi ateistliğiyle bir ilgisi yok. Asıl neden, Marcos’un devrilmesinde de çok önemli rol oynayan Filipinler Katolik Kilisesinin anti-faşist karakteridir.)