Eskişehir’de çocukluğumun geçtiği mahalle, Kurtuluş Mahallesi. 72 millet yoktu ama Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Göçmen, Yerli, Abdal, Çingene bir arada yaşayıp gittiğimiz, renkli, eğlenceli bir mahalleydi.

Dil Belası

Eskiden “72 millet var, bir de buçuk!” deyip, halkları Tanrının da kulun da kabul etmeyeceği bir sıralamaya koyarlardı.

ABD’nin siyahlara, ondan önce yerlilere yaptığını bilmeyen yok! Onu herkes biliyor ama nerdeyse her çağda, her coğrafyada aşağılama, yok sayma, renginden, derisinden, dilinden, dininden, mezhebinden ve milliyetinden ötürü ötekileştirme sürmüş gitmiş, daha doğrusu gitmemiş de günümüze dek sürmüş gelmiş! Daha da süreceğe benzer.

Nedeniyse çok belli, önyargı geleneği. Belki de en yaygın, en inatçı gelenek. Ne yıkılacağı var ne dağılacağı, tersine, sürekli yeni önyargılarla destekleniyor, gelenekle besleniyor. Amerika’da da Avrupa’da da Afrika’da da Ortadoğu ve Türkiye’de de...

Bizdeki önyargılar, kara çalmalar, Alevilerden başlayıp Kürtlere, Ermenilerden Yahudilere Rumlara kadar hayli zengin bir antoloji oluşturur. Bu ‘inciler’in hepsini bilmeme de, saymama da olanak yok, hatta hiç bilmemeyi, bilsem de unutmuş olmayı çok isterdim... İsterdim ama mahallede, okulda, işyerinde, askerlikte, en çok da medyada, kitaplarda adeta ‘ben burdayım, beni unutma sakın!’ diye sürekli karşına çıkan, çıkarılan bu yargıları unutmak ne mümkün! Kürtler kuyrukludur, Aleviler mumsöndü yapar, Yahudiler cimridir, Ermeniler kalleştir, Rumlar’a güvenilmez...

Eskişehir’de çocukluğumun geçtiği mahalleden çeşitli yazılarımda ve kitaplarımda hayli söz ettim. Kurtuluş Mahallesi. 72 millet yoktu ama Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Göçmen, Yerli, Abdal, Çingene bir arada yaşayıp gittiğimiz, renkli, eğlenceli bir mahalleydi. Barış içinde dilinle, dininle, mezhebinle, kimliğinle yaşanabildiğini orada gördüm ve unutmadım. Kimsenin kimseye bu konularda kötü bir söz söylediğini duymadım, onu aşağıladığını da görmedim.

Alevilerle ve Alevilikle ilgili kişisel olarak çok fazla şey yaşamadım. Ortaokulda din dersi öğretmeninin her dersin sonunda zorla namaz kıldırmak istemesi, lisede müdür yardımcısının aklı sıra hakaret ettiğini sanarak ‘neden hep Komünistler Kızılbaşlardan çıkıyor?’ demesi sayılmazsa. Fakat toplumsal olarak yaşadıklarımız elbette kişisel olarak yaşadıklarımızı kat kat aşan, katliamlara ulaşan korkunç olaylar ve gündelik hayatta da süreklilik kazanan sövgüler, kötülükler.

Sosyalizmin sınıfsız, sömürüsüz, eşitlikçi toplum anlayışı ve Aleviliğin yaradılanı bir gören felsefesi uyarınca kendimi de, dilimi de terbiye etmeye çalıştım, çalışıyorum. Çünkü Alevilik tüm insanları eşit, tüm halkları da bir görür ve bu yüzden bazı topluluklara, halklara yakıştırılan ‘buçuk’ deyimini de yalnızca insan onuruna aykırı bulmaz, bunu aynı zamanda Yaradana karşı da bir ahlaksızlık olarak görür. Ben de bir toplumu, halkı, dini, mezhebi, dili değil yalnızca, hiç kimseyi aşağılamamaya, dilimde böyle sözcükler beslememeye özen gösteririm, daha doğrusu gösterdiğimi düşünürüm. Çok yazı yazan biri olduğum için de buna özellikle dikkat ederim.

Geçen hafta üniversitedeki yazı dersinde bazı atasözlerinin günümüzde aforizma gibi kullanıldığını, örneklendirme yapmak için başvurulduğunu, ama bunu yaparken de pek özenli davranılmadığını konuşuyorduk. “Ne Şam’ın şekeri ne Arabın yüzü” deyimi, “Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış!” atasözünü andım, bunlar Arapları ve Çingeneleri aşağılayan, ötekileştiren ifadeler.

Bu ifadelerden biri de son yıllarda daha çok duymaya başladığımız “Alevilerin yaptığı yemek yenmez!” Bu ne yazık ki yaygın bir nefret söylemi. Bunu da kendilerince Alevilerin abdest almamasına ya da Gusül abdesti almamasına bağlıyorlar. Bazılarına göreyse Aleviler içki içtikleri için onların yaptığı bir şeyi yemek kadar, onların evinden, elinden su içmek de haram! Bir de Aleviler pis, yani temizliğe önem vermeyen bir toplummuş! Bu yüzden yenmezmiş onların yemeği! En son bir din dersi öğretmeninin de bunu söylediğini duyunca doğrusunu isterseniz biraz çıldırdım. Sakin tabiatlı diye bilinirim. Kolay kolay da öfkelenmem. Şiirlerimle, yazılarımla ilgili pek çok eleştiri çıkar, bunların bazıları doğrusu edebi eleştiriyi de aşan kötülemelerdir, yanıt vermem. Elbette üzülürüm, bazen kızarım ama bir iki saat ya da bir iki gün içinde geçer bu, yatışırım, gülerim. Galiba en çok inancım olan Alevilikle ilgili nefret söylemi beni öfkelendiriyor.

Bu konuda kaç kez yazdım hatırlamıyorum, daha acısı kaç kez daha yazacağımı da bilmiyorum!

Tuttum bir tweet yazdım, o din ders öğretmeninin Alevilere dair söylediklerinin küçücük öğrencilerini de etkileyeceğini, onların da ister istemez Alevilere kuşkuyla bakacağını, böylece nefretin kuşaklar boyu süreceğini düşündüm bunu yazarken de. Ne var ki yazarken öfkemin sözcüklere de geçtiğini gördüm. Tweet şu: “Alevilerin yaptığı yemek yenmezmiş! Ağzının yerinde götün mü var? Bok ye pezevenk! Bir de öğretmen olacaksın dürzü!”

Dürzilerin Lübnan’da yaşayan bir halk olduğunu, efsanevi liderlerinin entelektüel bir kişilik de olan Velid Canbulat olduğunu bilmem mi, elbette bilirim. Fakat bir anlık dikkatsizlik ve Dürzi değil, dürzü yazıyor olmak beni bağışlanamaz bir yanlışa sürükledi. Pek çok tepki aldım. Çok haklı tepkiler. Dürzi sözcüğünün dürzüye dönüşerek Osmanlı’dan beri bir küfre, hakarete dönüştüğünü nasıl unuturdum? Doğrusu tweetin silinebilir bir şey olduğunu da bilmediğim için günboyu silemedim de, sonra silindiğini öğrendim, önce bu sözcüğü kullanmaktan dolayı Dürzilerden ve incinen herkesten özür diledim, sonra da tweeti sildim. Sildim ama dilimdeki utancı silemedim. Üstelik ben de bu toplumda en çok nefret söylemine maruz kalan bir inanç ve kültürden geliyordum. Ne var ki ister Sosyalist ol ister Alevi ya da aşağılanan azınlıklardan biri, önyargı geleneğinin kararttığı, kirlettiği dil kolay kolay temizlenmiyor ve insanı kendine, toplumuna, inancına, dünya görüşüne karşı utandıracak işler yapıyor! Yoksa hiçbir halka, dile, dine, mezhebe, kültüre, inanca olmayan nefretim, küçümsemem, Dürzilere karşı niye olsun?

Bütün insanlara aynı nazarla bakan, yaradılanı bir ve eşit gören Alevi felsefesiyle yetişmiş ve bu yolun gereklerini halince yapmakta olan biri olarak dilimden de, şiirimden de, yazımdan da, kendimden de nasıl utandığımı anlatamam. Bu yazı da hem o utancın kayda geçmesi, hatırlanması içindir. Hem de benim dilimden ötürü başta Dürziler olmak üzere, nefret söylemine maruz kalan tüm halklardan bir kez daha özür dileyişimdir.