Google Play Store
App Store

Medyada kullanılan dil, toplumsal algının şekillenmesinde kritik bir rol oynuyor. Kadın odaklı haberlerde kelime tercihleri, faili görünür kılmaktan mağduru güçsüzleştirmeye kadar pek çok farklı etki yaratabiliyor. Galatasaray Üniversitesi’nden Dr. Engindeniz, “Dil de dili dönüştürmek de bir mücadele alanı. Medya bunun bazen öncüsü oluyor, bazen de takipçisi...” ifadeleriyle haber dilindeki tercihlerin etkilerini değerlendirdi.

Dil toplumu şekillendirir
Görsel yapay zekâyla üretilmiştir.

Melisa AY

Dil, toplumsal algıyı şekillendiren güçlü bir araç. Özellikle kadın odaklı haberlerde dilin seçimi, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından kritik bir öneme sahip.

Medyanın dil kullanımı konusundaki sorumluluğunu, feminist hareketin bu dönüşüme olan katkılarını ve dilin toplumsal değişimde nasıl bir mücadele alanı haline geldiğini Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi İdil Engindeniz ile konuştuk.

Medyada dil kullanımı sadece bir tercih meselesi mi, yoksa toplumsal sorumluluk da içeriyor mu? Bizim önceliğimiz imla kurallarından ziyade bir tercih oluyor aslında. Gazetecilerin kelime tercihleri toplumu nasıl etkileyebilir?

Kullandığımız her kelime zihniyetimizi yansıtıyor ve en çok neyi görürsek doğal olarak onu doğal ve “normal" kabul ediyoruz.

Dil kullanımına dair en net örneklerden bir tanesi, "töre cinayeti" ve "namus cinayeti"nden "kadın cinayeti"ne geçmek. Hatta şimdi "erkek şiddeti", "erkek cinayeti" gibi başka denemeler, de var. "Kadın cinayeti" lafının kullanılmaya başlanması, feminist hareketin ve medya içindeki feminist gazetecilerin ciddi mücadelesinin sonucunda olan bir şey. Çünkü "töre, namus" dediğimizde sanki, belli bir topluluğa atfediyorduk bütün bu yapılanları. Hem de kendi içinde biraz meşrulaştırma da taşıyordu. "Durduk yere de yapmadı canım" gibi. Ama bunun "kadın cinayeti" olarak söylenmesi, birilerinin kadın olduğu için öldürüldüğünün gösterilmesi çok önemli.

Tartışmaların hızlandığı dönem ana akım olarak kabul edilen yayınlarda da "kadın cinayeti" kullanılmaya başlanmıştı. Bir yayının çizgisi, kullanılan dilin çok tertemiz ve doğru olduğunu da göstermiyor her zaman. O nedenle her yayının zaman içinde, hem kendisinin evrimiyle hem de hareketlerin katkısıyla kendini değiştirmesi olağan ve gerekli.

Bu dilin değişmesi büyük bir başarı. O her gün gördüğün şey artık "namus cinayeti"nden çıkıyor, "kadın cinayeti" olmaya başlıyor ve senin zihninde başka bir bağlantı kuruyor. Her tür mecrada buna dikkat etmek gerekiyor.

KaosGL'nin kurucularından Ali Erol'un bir örneği geliyor hemen aklıma: Trans cinayetlerinde, "X kişisi evinde ölü bulundu." "Ölü bulundu" doğru mu? Doğru. Evet, birisi evinde ölü bulundu. Ama "öldürüldü" demek olayın daha doğru bir şekilde bize yansıtılmasını sağlıyor. Çünkü bunu yapan biri var. Kadın cinayetlerinde de benzer bir şey söz konusu. Bunu yapan biri var ve bu kadınlar durup dururken ya da bu suçun mağduru edilen kişiler durup dururken o noktaya gelmediler.

"Maruz bırakılmak", hem failin kim olduğunu somutlaştırıyor hem de bana bir şey yapıldığının altını çiziyor. Öyle kendi kendime bir şeye maruz kalıyor değilim…

Dr. Öğretim Üyesi İdil Engindeniz

Örneğin biz haberlerimizi yazarken “maruz bırakılmak” ifadesini tercih ediyoruz. Bunun da elbette saydığınız gibi sebepleri var. Ancak kimi zaman bu ifadeler “yumuşatılmış” bulunabiliyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Adını koymak gerekirse "maruz bırakılmak" bana hiç de yumuşatılmış bir ifade gibi gelmiyor, hatta tam tersi, "maruz kalmak" daha basit bir şeyken, "maruz bırakılmak"ta failin kim olduğu belli. Siz buna maruz bırakılıyorsunuz, maruz kalmıyorsunuz.

Biz belli ifadeleri tercih ettiğimizde, bu eylemle karşıya kalan kişinin yaşadığını da öne çıkarmış, yani onun da bir şeye “maruz bırakıldığının” altını çizmiş oluyoruz.

Bazen çatı kavramları kullanmak, yaşananları tanımlamakta daha faydalı olabilir. Hukuki tanımlar bu konuda yetersiz kalıyor çoğunlukla. Özellikle cinsel saldırıda, neyin nerede başlayıp nerede bittiği sınırları öyle tek kelimede çizilemiyor. Üstelik, maruz bırakılanın kullandığı tanımlamalar da burada kıymetleniyor.

İstismar yerine “tecavüz” kelimesini kullanmak, bir suçu, bir eylemi adlandırıyor ama onun içinde ben yine sadece “bir şey yapılan” olarak varım. Bana ne olduğu belli değil. Yani kendimi istismara uğramış hissedebilirim, öyle tanımlayabilirim ama kendimi “tecavüze uğramış” hissetmem. Bu kullanımlar, eylemin öznesi olmanın dışında bir yere itiyor beni.

Dilin dönüşümünde tercihlerin olduğu kadar uzun soluklu tartışmaların da etkili olduğu yorumunu yapmak doğru olur mu? Feminist hareketin çabalarını nasıl değerlendirmek gerekir?

Bu durumda, haberin öznelerinin yaşananları nasıl tariflemek istediğini de değerlendirmek gerekiyor. Mesela artık "kurban" kelimesini kullanmıyoruz. “Cinayete kurban gitti” demiyoruz. Belki bu cümle dışındaki bütün haber inanılmaz doğru ve sistemle bağlantı kuran bir yerden yazılmış olabilir. Ama oradaki "kurban" ifadesi başka bir bakış açısını getiriyor. Bu şekilde bir ifade son derece güçsüzleştirici bir şey. Kendini korunmasız, çaresiz hissetmene yol açan bir şey.

Özellikle böyle haberler, henüz bunlarla karşı karşıya kalmamış ve umarız ki hiç karşı karşıya kalmayacak insanlar için de yazılıyor. Ama şunu çok net anlayabiliyorum: Konuyla bağlantısı zayıf olan insanlar için bunu anlamak kolay bir şey değil. Çünkü o kaslarını geliştirmemişler. Biraz zorlayıcı olsa da şunu anlamaya çabalamakta hiçbir sakınca yok: Tüm bunları böyle ifade etmek, neden önemli? Bunca insan bunu neden önemsiyor? Bunu nasıl anlamlandırabilirim? Bu noktada sorumluluk aslında karşı çıkanlara biraz düşüyor.

Kimi zaman ortaya çıkan haber içeriği, belki belli bir amacı da güdüyor. Özellikle insanlara bir şey anlatmayı hedefliyor. Ama daha farklı bir yerden, düşündürecek ve sorgulatacak şekilde anlatmayı da tercih ediyor olabilir. Medyanın üzerinde nasıl bir sorumluluk oluşuyor?

Ben hâlâ medyanın toplumsal sorumluluğu olan bir meslek olduğu görüşünü benimsiyorum.  Medya, toplumdan bağımsız değil. Bu kadar fazla insana ulaşabildiği için medya değişirse, onun ulaştığı insanların da değişme potansiyeli var.

Bu aslında, mesela bir sayfanın adını "emek" sayfası olarak koymakla "iş dünyası" koymak arasındaki fark gibi bir şey. Orada bu tercihi yapıyorsak, başka yerlerde de insanların belli tercihler yapabileceğini kabul etmek gerekiyor.

Dil gerçekten bir mücadele alanı ve dili dönüştürmek de bir mücadele alanı. Bazen medya bunun öncüsü oluyor, bazen takipçisi oluyor. Çeşitli irtibatlar, ilişkiler dolayısıyla kendini değiştiriyor. Ama ben hâlâ bunun çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum ve zaten evet, dil değişen bir şey. Değişsin de… Çünkü hassasiyetler değişiyor.

Ve bazen değişen şeyler gerçekten bizim en derinlerimize işlemiş oluyor. Ayrımcılıkla ilgili, dille bağlantılı olarak çok maruz kaldığımız için mesela… “Aman işte onu da mı demeyelim, bunu da mı demeyelim?” Demeyelim. Çünkü artık ayrımcı bir ifade olduğunun bilincindeyiz.

Medyanın böyle şeyleri nasıl kullanması gerektiğiyle ilgili en büyük farkındalıklardan birini ben kendim yaşadım. Yıllar önce, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nden biri gelip bir ders kapsamında konuşmuştu. O güne kadar yaşadığım şeyin, flört şiddeti ya da duygusal şiddet olduğunu bilmiyordum. Orada o kavramla karşılaşınca anladım. “Aaa, buymuş” dedim. Çünkü insan bazen anlamlandıramıyor. İşte bu yüzden kelimeler çok önemli.

O yüzden bir haberde kadının durumu üzerinden cinayete gerekçe bulunduğunda, okuyan kadın olarak benim zihnimde de şu oluşuyor: “Böyle olursak başımıza bunlar gelir.” Ve bu, bize işleyen bir şey. Bunlardan kurtulmanın en büyük desteklerinden biri medya. Ben hâlâ gazeteciliğin dönüştürücü gücüne inanıyorum. Yoksa neye yarar?