Büyük bir değişim dönemindeyiz. Değişen şey birbirimizden haberdar olma biçimlerimiz. İlişkilenme şekillerimiz. Ve dahası herkesin her şeyleşmesi, her şeyin herkesleşmesi. Bundan kastım şu: Bilginin niceliği de niteliği de son on yılda büyük bir değişime uğradı. Uğruyor. İnsanlık tarihinde uzun bir aradan sonra (Atina stoalarından sonra) ilk defa herkesin görünür olabileceği, herkesin kendi bilgisini herkesle eşitleyebildiği […]

Büyük bir değişim dönemindeyiz. Değişen şey birbirimizden haberdar olma biçimlerimiz. İlişkilenme şekillerimiz. Ve dahası herkesin her şeyleşmesi, her şeyin herkesleşmesi. Bundan kastım şu: Bilginin niceliği de niteliği de son on yılda büyük bir değişime uğradı. Uğruyor.

İnsanlık tarihinde uzun bir aradan sonra (Atina stoalarından sonra) ilk defa herkesin görünür olabileceği, herkesin kendi bilgisini herkesle eşitleyebildiği mecralar (Sosyal medya, Twitter vd.) yaratıldı. Artık eskinin tabirleriyle ‘bilge’ olanla ‘cahil’ olanın aynı konuda aynı platformda eşit değer gördüğü (ve hatta hiçbir bağlam kurmadan analiz yapabilenlerin daha fazla değer gördüğü) yeni bir bilgi çağı var. Bu çağda kullanılabilir, paraya dönüştürülebilir ya da pragmatik amaçlara hizmet edebilir bilginin baş tacı olacağına kuşku yok -ki öyle de oluyor-.

Artık bilginin ardındaki gerçeklik (hadi bu büyük bir iddia ama), doğruluk bile kitleleri inandırmak için yeterli değil. Yalan olanla doğru olan arasındaki sınırlar eridi. Birileri buna karşı çıkıp gerçeğin mutlaka yerini bulacağını iddia etse de bu savaşta her iki tarafın şansı eşit. Çünkü eninde sonunda karşınızdaki bir buçuk kg’lık ve sırları daha tamamen çözülmemiş bir beyne sahip, hormonlar ve nörotransmitterlerin etkisi altında davranış biçimi geliştiren ilkel bir yaratık: İnsan. Aç ve tok hali arasındaki davranış biçiminin farklılığı bile karşımızdaki varlığın acziyetinin ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Tıpkı Lord Byron’ın Don Juan’da söylediği gibi: “Kim kendini bir şey sanabilir ki, kullanımı bile/ Mide salgılarına bağlı olan zekâsıyla?”

Bugünlerde yaşadığımız bu bilgi yarılmasını ben para karşılığı hitabet sanatı öğreten ve doğru olanın her insan için farklı olduğunu söyleyen Sofistlerle, hakikatin peşindeki Platon arasındaki kavganın yeniden gün yüzüne çıkmasına benzetiyorum.

Şimdi başta sosyal medyada gördüklerimiz olmak üzere birçok kişi algılarına, gördüklerine, okuduklarına bile dayanmayan; yalnızca sezgileriyle hareket ederek ya da açık biçimde gördükleri ve bildiklerinin aksine yalanlar söyleyerek büyük kitleleri inandırabilmektedir Yalan altın çağını yaşamaya başlamıştır.

Herkese göre doğrunun değiştiği savıyla, tek bir hakikatin olduğu yönündeki totaliter anlayış arasında görevimizin ne kadar zor olduğunu hatırlamak durumundayız. İşte burada da kriterimizin sömürüye karşı eşitlik, adalet, canlılık onuru gibi kimi kavramlar olması gerektiğini ısrarla vurgulamalıyız.

Bağlamlar birbirinden kopuyor. Dil çölleşiyor. ‘Gerçek olmayanla’ yeni gerçeklikler inşa edilmeye çalışılıyor. Bunun karşısında duruyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz. Bedel ödeyerek mücadele ediyoruz. İtibarsızlaştırılmaya çalışılıyor, yıldırılmaya çalışılıyor, tehdit ediliyoruz. Dil ve yaşam çölleşiyor. Biz karşısında duruyoruz.

Not:

Dilin ve yaşamın çölleşmesinin karşısında yapılacaklardan birisi de okumak. İşte bundan dolayı, şimdi, bu sıralar, benim için ara vermek zamanı geldi. Bitirilmesi gereken kitaplar var. Tekrar tekrar okunması gereken şiirler var. Hiçbir kitabın rafta tozlanacak kadar yoksullaşmaması gerek. Bu çölleşmeye karşı koyacak gücü bize verecek tek besin okumak olduğundan ancak. Sezgilerimiz okumayla sağlamlaşacak. İşte şimdi -ne kadar zaman bilmiyorum ama- bu nedenle biraz izin istiyorum. Yazı da biraz nefes alsın diye. Çöle dökeceğimiz su damlalarını biriktirelim diye. Çölün bir yerlerinde olacağım. BirGün görüşmek üzere.