Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Bazen öyle mektuplar alıyorum ki sahiplerini “okur” diye nitelemek haksızlık olur. Her biri kendi alanında yetkin ve uzman kişiler. Ama büyük bir alçakgönüllülükle yazıyorlar görüşlerini. Herkes gibi ben de çok yararlanıyorum onların düşüncelerinden…

Bu hafta iki değerli arkadaşımızın uyarılarına kulak vereceğiz. İlk mektup, İktisat ve İstatistik Hocası Sayın Ümit Şenesen’den… Akademisyenliğinin yanı sıra çeviriye de emek veren, yani “sayıların anlamı” kadar “sözün matematiği”ne de kafa yoran biri o. Yordam Kitap’tan birkaç çevirisi çıkan Ümit Hoca, son zamanlarda iyice yaygınlaşan bir yanlış kullanımdan yola çıkarak derin “dil yaralarımız”a değiniyor mektubunda:

“GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE…”

Attila Bey merhaba,

BirGün’deki haftalık yazılarınızı düzenli izleyen bir okurunuzum. Yaşım sizinkine hayli yakın. Proletaryanın Büyülü Kutusu kitabında anlattıklarınızdan biliyorum bunu. Sizin TİP’i ziyaret ettiğiniz yıl, ben de çiçeği burnunda bir lise mezunu olarak İstanbul’a okumaya gelmiştim.

Öbür okurlarınız gibi bir dil yarasından söz etmek istiyorum. Son zamanlarda her yerde ‘geçtiğimiz gün (hafta, ay, yıl)’ kullanımından geçilmiyor. Biraz çeviriyle de uğraşıyorum. Geçen yıl bir yazının çevirisinde ilk sözcükler bu tümcenin başındaki gibi ‘geçen yıl’ idi. Bunun, hem de bana sorulmadan, ‘geçtiğimiz yıl’ diye değiştirilmesine çok canım sıkıldı.

Dilbilgisindeki ‘geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman’ kiplerini de mi bilmiyor bu okuryazarlar?

Yahya Kemal’den ‘Hulyâ gibi hoş geçen zamanda’ yahut ‘Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları/ Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları’ dizelerini de mi okumadılar?

Tanpınar’ın ‘Ne güzel geçti bütün yaz / Geceler küçük bahçede’ ya da ‘Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim/ Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın’ dizelerinden de mi habersizler?

Peki, Nâzım’ın ‘Bir uzak rüya olan geçmiş günleri andık’, ‘sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de”, “Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!’ dizelerine ne diyorlar?

Örnekler çoğaltılabilir ama Nâzım’dan sonra söz söylemek bana düşmez. Saygılarımla.”

***

Ümit Hoca’nın değindiği kullanım biçimi öylesine yaygın ki neredeyse yanlışın doğru sayıldığı "galatımeşhur" niteliği kazanmış durumda.

İsterseniz bu konudaki en taze örneği, gazetemiz yazarlarından Burhan Şeşen’in 11 Şubat 2022 tarihli yazısından vereyim:

Geçtiğimiz günlerde bir internet müzik sitesi ve bir üniversitemizin ortaklaşa düzenlediği ödül törenine katıldım.”

Oysa biz günleri geçmiyoruz, günler geçip gidiyor!

Eğer “doğru Türkçe” diye bir derdimiz varsa, “geçtiğimiz günlerde” değil, "geride bıraktığımız günlerde" ya da "geçen gün" kalıplarından birini kullanmamız gerekiyor.

***

“KAPALI SALON TOPLANTISI” OLUR MU?

Yazar ve kütüphaneci dostumuz Recai Şeyhoğlu, 17 Ocak 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ayşe Emel Mesci’nin “Nâzım Hikmet’in İYTGD Marşı” başlıklı yazısındaki “kapalı salon” sözüne takılmış. O söz, Mesci’nin yazısında şöyle geçiyor:

“Nâzım Hikmet, Mayıs 1950’de Bursa Cezaevi’nde açlık grevine başlayınca İYTGD ‘Nâzım Hikmet’e Özgürlük’ kampanyasını başlatır. (…) Kapalı salon toplantıları düzenlerler…”

Recai Bey, “kapalı salon toplantısı olur mu?” diye soruyor.

Ben Ayşe Emel Mesci’nin oyunculuğunu da yönetmenliğini de yazarlığını da beğenirim. Sanıyorum bir dil alışkanlığından kaynaklanmış bu yanlış niteleme. “Salon” sözcüğü zaten kapalı mekânlar için kullanılır. Öyleyse “kapalı salon toplantısı”ndan söz edemeyiz.

Kapalı toplantı, kapalı oturum, kapalı duruşma, kapalı alan, kapalı hava olur da “kapalı salon” olmaz! O nedenle “salon toplantısı” demek yeterlidir.

***

HAFTANIN NOTU

Çok erken bir ölüm: Salih Bolat

Salgın yüzünden hemen her gün birkaç dostumuzun, yakınımızın ölüm haberini alıyoruz. Sağlık Bakanı, “kaygılanmaya gerek yok” diyor ama ateş düştüğü yeri yakıyor ve yitirdiğimiz canların acısı yürekleri dağlıyor…

13 Şubat’ta 276 kişi koronavirüsten yitirdi yaşamını. O “276”dan biri, çağdaş Türk şiirinin önde gelen temsilcilerinden Salih Bolat’tı. 66 yaşında ayrıldı aramızdan. “Bir Gün Ölürüm Ben” şiirinde dediği gibi:

“bir gün ölürüm ben/ belki bir ölüm tezgâhında terler içinde/ hiç acı duymam seni

düşündüğüm için/ o anda kar fırtınasına tutulmuştur/ dağ başında bir çiçek/

hiç acı duymam çiçeğin acısını duyduğum için/ ama ölmekten korka korka ölürüm/yaşamayı sevdiğim için”

İyi bir ozan, iyi bir yazar, iyi bir akademisyen, iyi bir dosttu Salih Bolat. Siyah Beyaz gazetesinde çalıştığım dönemde, o da her hafta “Duygusal Düşünceler” başlığı altında denemeler yazıyordu.

Doğaya, insana, yaşama ve sanata tutkuyla bağlı bir arkadaşımızdı.

Evet, “her ölüm erken ölümdür” ama Salih’in ölümü çok çok erken geldi.

Yaşam kısa, sanat uzun. Artık şiirleriyle yaşayacak…