Kişinin konuştuğu dil, kullandığı sözcükler, konuşması, beyninin, yani düşüncesinin röntgen filmidir.

Kişinin konuştuğu dil, kullandığı sözcükler, konuşması, beyninin, yani düşüncesinin röntgen filmidir.
En temel, en doğal hak olan dilin yasaklanması, insana ağır bir şiddet uygulanması demektir.
 18 Nisan’da yapılan KCK davasının yirmi birinci duruşması ile milletvekili adaylarına uygulanan “veto darbesi” birleşince, sokaklardaki şiddete tanık olduk.
 Sözün  önü kesilince, beklenen suskunluktu galiba! Bu şiddeti çok çabuk yargılayıp mahkûm edebiliyoruz. Elbette herhangi bir şiddete alkışımız yok. Ancak, bir durumu çabucak yargılarken, diğer yanda, dil merkezinde kilitlenen uzun bir yargılama sürüyor.
Sokaklarda görünen bir şiddet; ateş.
Devletin mahkeme salonlarında, dumanı görülmeyen bir ateşin şiddeti; dili yasaklamak. İsteyen istediği ateşte ısınsın!
Dile uygulanan şiddet, bedene uygulanan her türlü şiddetten, işkenceden daha ağır ve vahimdir. Sonuçları, nedenleri ve tüm yönleri ile…
Manevi işkencenin maddi işkenceden daha ağır olduğu bilinir. 12 Eylül sürecinde 85 gün işkence görmüş bir dostumuz anlatmıştı. Sonraki bir dönemde birkaç gün MİT sorgusu yaşamış. Sadece soru ve arada bir dizine dokunmak! Bu sorgudaki gerilim, 85 günlük ağır işkenceden daha ağır gelmiş kendisine…
 Bu zamanda –hala- Kürtçe yasağındaki ağır şiddet ise dize parmakla dokunmaktan öte. Bir insanın sesine en sert biçimde “ dokunmak.” Dokunmanın insani amacı ve sonucu değil söz konusu olan; ene temel hakka en sert biçimde dokunup, sesi/dili kesmek.
 Tam da bugünlerde bir kitap okuyordum; “Dil ve şiddet”. (Dil ve Şiddet, Geçmişten Günümüze Bir Kavram İncelemesi, İmran Karabağ, İkaros Y.) Çalışma “uygar dünya” için önemli bir ürün.. Bir başka yazıda ayrıntılı incelemeyi gerektiriyor. Bir kitap olarak yetkin bir akademik içeriğe sahip. Ancak, bu kitap, son zamanların olaylarını ve söylemlerini düşündüğümüzde, bizim gündelik hayatımızın karşısında oldukça” naif” kalıyor. Çünkü, bırakın bir dilin en temel konuşma alanlarından olan mahkemelerde yasaklanmasını, her günkü söylemlerdeki şiddet, dahası şiddeti aşan oldukça “azmettirici” nitelikteki söylemler tüyler ürpertici. Basında yeterince eleştirilmeyen ve üzerine gidilmeyen, Başbakan’ın “beş-on bin genci yürütmek”, biçimindeki sözleri, para-militer örgüt talimatı vermenin bir öncesini işaret eder. Bu sözler aynı zamanda bir linç anlayışı! Devlet Bahçeli de kendisine yakışanı yaptı ve karşı linci örgütleyiverdi zaten “bin bozkurt” korkutmacası ile!
Ne demeli; bu sözler, beynin röntgen filmi!
Haftanın Dizesi; “Nesneler sır versin ses olsun nefes…” ( Mehmet Öztek, Sentetik Rüyalar, Varlık Y.)