Dilenciler Operası'nın bir uyarlaması olan Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sına, Pasolini’nin Dilenci(Accattone) filmine, Kafka’nın Açlık Şampiyonu öyküsüne ve “dilek-dile-dileme-dilen-dilenen-dilenme” üzerine sözlerimi gerekçelendirebilecek diğer birkaç örneğe geçmeden önce, geçen haftadan devamla, Dilencilik Sempozyumunun bilim kurulunda yer alan Prof. Dr. Korkut Tuna ile söyleşen Aynur Erdoğan’ın sorularını ve yanıtları alalım biraz daha:

“Tarihi dönemlere baktığımız zaman muhakkak ki yoksulluğun ya da toplumsal örgütlenme biçiminin katkısı vardır. Paris’te dilenci tarikatları diye bilinen dilenci örgütlenmelerine ait resimler görmüştüm. Bazı resimlerde, betimleyici çizimlerde gördüğüm kadarıyla kolu bacağı olmayan, sanki hayatta kalabilmek için bir şeylerini feda etmiş insanlar... Birilerinden öyle veya böyle bir şeyler aktarabilmenin yolunu bulmuşlar, daha örgütlü bir hale gelmişler. (...)Biraz yeraltı örgütlenmesini andıran ilişkiler içindeki fakirler söz konusudur. Ama bunlar dilenci midir, yoksa buna benzer bir başka bir örgütlenme biçimi içinde midir?... Uzun dönemler olarak baktığımız zaman Batı'da feodalizmin biraz çözülmeye başladığı dönemde, -çünkü toprak sahibi olmayınca insanlar, ister istemez şehirlere göç ediyorlar- kentleşmenin yavaş yavaş palazlanmaya başladığı dönemde bir nüfus aktarımı var. Yani şehre kırsal alandan göç var...”

“Osmanlıda bu boyutta bir göç yaşanmadı?...”
“Osmanlı bu kırsal alandan göçü oldukça uzun zaman denetim altında tutarak engelleyebilmiş bir yapıya sahip. Daha sonraki yıllarda bu merkezi gücün, İstanbul’un bu kendine özgü yapısının kırıldığı yıllarda, savaş yıllarında, insanların gelip kendini büyük şehir olarak İstanbul’a attığı dönemde buna benzer şeyler ortaya çıkmış...”
“Kapitalist ekonominin örgütlediği bir toplum yapısında, dilenciler, evsizler, yoksullar bu yapılanmanın dışında kalıyorlar. Modernleşme tarihimiz açısından baktığımızda özellikle bu insan grupları modernleşmenin en öteki yüzü mü oluyorlar?”
“50, bilhassa 60’lı yıllardan sonra, kapitalist uygulamaların dışında göçlerin yeni kitleler oluşturmasından bahsedebiliriz. Büyükşehirlerde bir şekilde mevcut düzene ayak uydurmaya hazır kitleler. Gecekondulaşmanın ortaya çıktığını görüyoruz, insanların marjinal sektör diye bilinen işlerde çalıştıklarını görüyoruz...”

“Hayat felsefelerinde hayatta kalma tarzı olarak ‘çalışma’ var. Dilenciliğe alternatif olarak. Dilenciliği de sistemin içinde değerlendirmeli o halde?...”

“Dilencilik çok daha farklı bir insani karakterin yansıması olarak gözüküyor... İnsan, hırsızlık da yapıyor. Belki de kendince bir sosyal adalet uyguluyor. Onun var benim yok, bu nasıl şey deyip çalıyor. Mesele hukuka aykırı ama belki kendi anlayışına göre onun 10 tane vardı, bir tanesini ben aldım diyerek meşrulaştırıyor.(...)Bir nüfusun, demografik unsurların topluma eklemlenmelerinin bir parçası gibi dilencilik. Yani bir şekilde toplumdaki üretim tarzının, hayat tarzının içine eklemleniyorsunuz...”
“Aslında bu yollar, yaşadıkları yoksulluk veya yoksunluk halleriyle bir tür başa çıkma stratejisi olmuş oluyor?…”
“Marjinal, çizgi dışı, ayak uyduramamış bir kesim olabilir. Ailesi zamanında zorluk yaşamıştır ya da çok kötü sosyal koşullar içinde parçalanmış bir ailede, gayri meşru veya gayri ahlaki yollarla doğmuş insanların ayakta kalabilmeleri için bir yol olabilir. Toplumun mevcut yasal örüntüsünün dikkate alamadığı, üzerinde çözümler üretemediği bir kesimin, bir nüfus parçasının dilencilik yoluyla toplumla temas etmesi, oradan bir şeyler alması ve topluma eklemlenmesi söz konusudur...”