“İri yarı, saçı sakalı birbirine karışmış, üzerinde kara giysiler olan adam, önünde diz çöktürdüğü kadının saçlarını eline dolayarak kafasını geriye doğru büktü, diğer elindeki palayı kadının gırtlağına dayadı ve kesmeye başladı. Kadının kafası koparken fışkıran kan, yere yığılan kadının bedenini örten beyaz giysisinde bordo kırmızı renk olarak yayıldı.”

Yukardaki cümleyi okurken “hissettiğiniz” duygularınız ve bu duyguların tetiklediği düşünceleriniz üzerine “düşünün.” Sözcükler zihninizde görselleşmiş ve bir görüntü (imge) oluşturmuş olmalı. Korku, üzüntü, acı, tiksinme gibi duygular yaşamış ve aynı anda da kadın ve adamın kim olduklarını, bu eylemin neden gerçekleştiğini ve bu metnin size ne demek istediği üzerine düşünmüş olmalısınız. Hissettiğiniz duygular olasılıkla “benzer” olsa da eyleme dair düşünceleriniz çok ama çok “çeşitli” olacaktır. Okuduğunuz metin (sözcükler- cümleler) üzerine “düşünecek” ve bir sonuca-yargıya varacaksınız.

Metni okuduğunuz andan bir yargıya ulaştığınız ana kadar geçen süre boyunca hissettiğiniz duygular üzerine de “düşüneceksiniz.” Bu süreç hem yavaş işleyecektir hem de dil (lisan) işleviyle gerçekleşecektir. Sözcükler, cümleler ile…

Şimdi ilk paragraftaki eylemi “görüntü” olarak seyrettiğinizi hayal edin. Hiç bir sözcük, yazı olmadan sadece görüntü, üstelik parmağınızın bir hareketi ile ekrandan aşağıya kayıp yerini başka bir görüntüye bırakıyor. Öyle ki üzerine enine boyuna düşünmenizi sağlayacak ne zaman var ne de düşünme işlevinizi harekete geçirecek dilsel bir işaret (yazı). İkinci durumda görüntünün sizde uyardığı duygular üzerine bile düşünme zamanınız yok. Yalnızca korku, üzüntü, acı, tiksinme hissediyorsunuz ve o hisleriniz üzerine “düşünemeden eyleme geçmeye” zorlanıyorsunuz.

İnsan bilincinin “evrimleşmesinde” görerek “taklit etmek”, dil ile düşünerek öğrenmekten daha önce gelir ve daha baskındır. Görerek öğrenmek, okuyarak öğrenmekten her zaman daha kolay ve verimlidir. Ancak adı üstünde taklit aslını yinelemekten öte bir değişimi pek içermez. İnsan bilincinin evrimindeki devrimci sıçrama ise dil ile düşünmeye başladığında ortaya çıkmış olmalı. Sözcükler, cümlelerle düşünmeye, öğrenmeye başladığımızda bire bir aynısını taklit etmek yerine, üzerine düşünüp, zihnimizde soyutlayıp, belleğimize depolayıp, aktarmayı da başarabildik. Her düşünme ve her aktarma bir ve aynı olmak yerine çeşitlenmeye, değişmeye başladı. Dilin yapısı bire bir taklit yerine sorgulama, üzerine düşünme, değiştirme olanaklarını da zenginleştirdi.

Görsel imgeler duyguların baskın ve belirleyici olduğu taklit ve hızlı eylemlere daha çok yöneltir. Dil, sözcük, okuma ve düşünme ile bilincimizde ürettiğimiz imgeler ise daha yavaş, düşünerek, sorgulayarak, yargıya vararak ve karar vererek eyleme geçmemizi sağlarlar.

Görüntü bizi edilgen taklitçiliğe eğimlendirirken, yazılı metin düşünen, sorgulayan, kendi karar veren bireyler olmamızı sağlar.

İnsan bilincinde bu iki işlev siyah beyaz gibi birbirinden ayrı değil, iç içedir. Ama bilinç hangisine daha çok maruz kalırsa o işlev diğerine baskınlaşarak belirleyici hale geliyor olsa gerek. Hele de tehdit, ölüm, tehlike içeren durumlarda.

Şimdi dünyada da öyle ama Türkiye’ de son yirmi yıldır devletin giderek artan oranda eğitime değil eğitimsizliğe ağırlık verme çabalarını düşünelim. Dünyada devletlerin yurttaşlarını yaygın olarak okul eğitimine tabi tutmalarının ardında üretim araçlarının ancak eğitimli iş gücü tarafından kullanılabilecek olmalarının yattığı düşünüyor. Günümüzde ise hem üretim araçlarını kullanmak hem de tüketim nesnelerini kullanmayı bilmek için okul eğitimine hatta okur yazar olmaya bile gerek kalmıyor. Dört yaşındaki henüz okula bile gitmeyen çocuk, akıllı telefonu çok rahatlıkla kullanabiliyor.

Hem üretim araçları hem de tüketim nesneleri sadece görerek taklitle, görsel yönergelerle kullanılabiliyor. Kimse kullanım kılavuzu okumuyor, ürünün Youtube videosunu seyrederek taklit ediyor. Kitap okuma oranları düşerken dizi- film platformları yaygınlaşıyor.

Giderek sözcük, cümle, yazı yerine görüntü, hem de hızlıca akan, kısa görüntülere maruz kalıyoruz. Twitter’ın sözcük kısıtlaması da twitlerin yazıdan çok görüntü olarak akmasını sağlıyor.

Dilimizle değil gözümüzle düşünmeye başladık diyebiliriz.

Bu değişimin olası sonuçları için haftaya devam edeceğim.