Bir yandan, kendi mezhep pencerelerinden bakarak “serbestlik” paravanı altında genç kızları örtünmeye yönlendirme; öte yandan, yine aynı bakış açısının belirlediği zorunlu din eğitimiyle, çocuk ve gençleri endoktrine etme (beyin yıkama) faaliyeti

Bir yandan, kendi mezhep pencerelerinden bakarak “serbestlik” paravanı altında genç kızları örtünmeye yönlendirme; öte yandan, yine aynı bakış açısının belirlediği zorunlu din eğitimiyle, çocuk ve gençleri endoktrine etme (beyin yıkama) faaliyeti.

Buna İslâmî inancın gerekleri demek zor. Çünkü, o zaman “hangi İslâm?” sorusu gündeme gelir. Allah inancı, Soma cinayeti gibi kötü olayları, yine yaradana havale edebilecek derecede “bencil”; öyle bir ilâhî inanç ki, erkekle birlikte kadını yaratan ilahi güç; kadının saç telini, yine kendisinin yarattığı “güneş sistemi”ne yasakladı…
Haliyle, “bencil, menfaatçi ve belden aşağı” bir mezhep ve tarikat bakış açısı yerine, konuya hukuk ve insan hakları açısından yaklaşma gereği açık.

Önce şu genel saptama yapılmalı: Çoğunluk partisi ve hükûmeti, Türkiye’de siyasal istikrarı sağlayamadı; ama, din özgürlüğünü sürekli ihlâlde hayli istikrarlı…

Nasıl? Düzenleme ve uygulamalarıyla, mahkeme kararlarını uygulamamakla, vicdan, din ve inanç özgürlüğü ihlâllerine ivme kazandırıyor günbegün. IŞİD hızıyla olmasa da, “yeni rüzgâr”, Türkiye toplumunun temellerine “tarikat-mezhep dinamitlerini istikrarlı biçimde döşeme”ye yetecek bir hızda esiyor.

4+4+4 şeklinde eğitim sistemini altüst eden yasa, din özgürlüğünü dinamitleyen birçok düzenlemeyi içermekte. Asker mirası olan zorunlu din eğitimi yetmiyormuş gibi, seçimli adı altında müfredata dâhil edilen yeni “zorunlu” din dersleri, izlenen yöntem bakımından tam bir takiyye; amaç ise, ders programını belli bir din-mezhep tekeli altında şekillendirmek.
Açık bir meydan okuma da var: İHAM kararının (H.-E. Zengin, 2007) gereği, zorunlu din dersini seçimli derse dönüştürmek yerine, “seçimlik” adı altında, yeni ve belirli bir dine ilişkin dersler konuyor. Bunlarla, aslında, “zorunlu din derslerinde, sadece İslâm dini değil, genel olarak din kültürü ve ahlâk bilgisi veriliyor” şeklindeki riyakârlık da, kendini bütün çıplaklığıyla ele veriyor.

Bu meydan okuma veya açık çelişki, Mahkeme kararını uygulamamanın sonucu. Ama bu, tek değil: Yine İHAM’ın “din hanesi”nin kaldırılması kararı (Sinan Işık, Şubat 2010), hâlâ uygulanmış değil.

Şimdi sorulması gereken, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM)’nin, hükûmetten, “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlâk kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini” isteyen kararının (16 Eylül) gereğinin yerine getirilip getirilmeyeceği.

Gereklilik şu: Anayasa madde 24’te değişiklik yaparak, 1961 Anayasası’nda olduğu gibi, din derslerini seçimlik ders haline getirmek.

Kararı uygulamamak için, “mezhep-marksizm” özdeşliği kuruluverdi, bilim insanlığı  kimliğine sıkça vurgu yapılan Başbakanca. Tezatların karşılaştırılması mı, yoksa karıştırılması mı?

Üst düzey “bilimsel!” açıklamalar yapıladursun, -biri dışında hepsi erkeklerden müteşekkil- hükûmet, ortaöğretimde, sadece kız öğrencilerin “örtünme fetvası”nı kamuoyuna ferman eyledi.

4+4+4 düzenlemesinin ardından da, öğrencileri formadan azat ederek, özgürlük adına, eşitlik algısı ve uygulamasından, kamusallık bilincinden uzaklaştırdı. Bu karar, örtünme fetvası habercisi olsa da, “demokratik saydamlık” kavramına yabancı zevat, bunu kazanım hanesine yazdı.

Ortaöğretim kız öğrencilerine yönelik düzenlemenin Anayasa’ya birçok yönden aykırılığı açık. İHAM’ın konu hakkında verdiği kararlar ışığında, özgürlük-eşitlik denklemini de zedeleyici uygulama ve sonuçlar yaratma riski de yüksek.
Konu, din özgürlüğü, eğitim ve öğretim özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği çerçevesinde tartışılabilir. Eşitlik ve ayrımcılık bakımlarından, 9 yaşındaki öğrenciler için getirilen böyle bir serbestlik, insan hakları Avrupa hukukuna da aykırı. Bunda, Türkiye’nin demokrasi-lâiklik ekseninde temellendirmeye çalıştığı “insan hakları”, başlıca ölçüt oluşturmakta. Henüz ergin yaşta olmayan öğrencilerin özgürlüğünden çok, velilerin tercihi ve yönlendirmesi belirleyici olacak. Bu durumda, başörtüsü bir mecburiyete ve baskıya dönüşecek...

Fakat konu siyasal boyutu ile ele alınmaz ise, eksik kalır. Çünkü, hükûmet, kadınların başörtüsü konusunda adım adım ilerliyor; bunu da din özgürlüğü ve serbestlik adına yapıyor; üstelik, kadınları-genç kızları yönlendirerek, onların erkeklerden aşağı bir konumda olduklarını hissettirerek... Bu “ilerleyiş”, başı açık öğrenci ve velileri açısından da giderek ciddi sorunlar yaratabilir; çünkü, hükûmet politikasının uygulamaya yansıması, örtmeyenler üzerinde açık bir baskı unsuruna dönüşebilir…