Bu uzun bir mevzu, Fakat böyle bir genellemeye genel bir yanıt verilebilir: Sadece dincilerin değil; hava, su, orman, toprak bu dünyaya dair tasavvuru olmayan dindarların da pek umrunda değil. Çünkü kutsal kitaplar onlara, canlı varlıkların doğanın bir parçası olmadığını, insanın doğayla mücadele etsin diye yaratıldığını öğretir. Tevrat ve İncil şöyle der “Dünyayı ben yaptım, Üzerindeki insanı ben yarattım. Benim ellerim gerdi gökleri, Bütün gök cisimleri benim buyruğumda.” (Yeşaya 45). Aynı ifadelere Kuran’da da defalarca rastlanır “(Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 107). İnancınız böyle diyorsa, eviniz başınıza yıkılmadığı sürece doğanın dengesini değiştiren yıkımlar elbette sizi ilgilendirmez. Onu yaratan gerekirse korumasını da bilir!

Ayrıca kutsal kitaplar, insanlara mücadele etmeden yaşayacağı başka bir dünya vaad eder. Dindarlar burayı suların gürül gürül aktığı, üşüten ve terleten mevsimlerin olmadığı, bol glikozlu meyve veren ağaç gölgesinde yan gelip yatılan cennetin sınav merkezi olarak görüyor. Tanrı’nın hazırladığı mükemmel dünya (Cennet) dururken geçici bir dünyanın sorunlarıyla iştigal etmenin ne lüzumu var!

Öte dünyanın varlığına ilişkin kuşkusu arttıkça insan bu dünyaya daha çok sarılıyor. Karbon salınımını, küresel ısınmayı, orman yangınını velhasıl ekosistemi bozan doğal olmayan müdahaleleri dert ediniyor; biliyor ki başka bir dünya yok. Küçük bir kısmını ayrı tutarak söyleyebiliriz ki muhafazakarlar kötülük etmeseler bile dünyayı yaşanamaz hale getiren kapitalistlerin yanında yer alıyor. Sadece kapitalistin yanında yer almakla kalmıyor, kendilerini doğa savunucularının karşısında bariyer olarak kullandırıyor.

Çevreye karşı ahlaki duyarlılık ve politik bilinç eksikliği, Müslüman muhafazakarları Batılı muhafazakarlara nazaran daha kullanışlı kılıyor. Doğayı, doğal kaynakları talan ederken ihtiyaç duyulan kitle desteği sağlama konusunda Müslüman ülke kapitalistlerinin Batılı kapitalistlerden daha şanslı olduğunu söyleyebiliriz. Kanal İstanbul tartışmasında buna bir kez daha tanık oluyoruz. Batılı politikacıların en vasat saydığı yurttaşlarına kurduramayacağı cümle, Türkiye politikacıları tarafından üniversite hocalarına rapor olarak yazdırılabiliyor. Örnek mi istiyorsunuz, aşağıda...

Şunu bir rahip söylese kiliseden atılır

"Konuya bilimsel bakmak istiyorum: (...) Karadeniz'in içinde bulunan hidrojen sülfür patlayabilir. İstanbul Boğazı'nın tamamen yıkılmasına… Tabi o kanalın da yıkılmasına sebep olur. Kanal da ayakta kalmaz ama ona da ihtiyaç var efendim."

Bu bilimsel açıklama, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Yavuz Örnek'e ait. Hoca, İstanbul Boğazı'nı yıkan patlamanın kanalı da yıkabileceğini, programına konuk olduğu Yavuz Oğhan'ın "Hocam kanal da yıkılmaz mı?" sorusundan sonra ekledi. Bilimin bu kısmı ona değil, Yavuz Oğhan'a ait!

Yavuz Örnek, Kanal İstanbul Projesinin ÇED raporunu hazırlayan ekipte bilimi temsilen görev almış. Projeyi destekliyor ve savunuyor. Tabi ki savunabilir, onun gibi çok sayıda destekçisi var Kanal İstanbul'un. Fakat hiçbirinin argümanı bununki kadar alay konusu olmadı. Çünkü Nuh'un Gemisi'nin nükleer enerjiyle çalıştığını ve Nuh'un cep telefonuyla haberleştiğini söyleyen kişi de bu arkadaştı.

Hocaya sağlıklı düşünemiyor; bilimi, bilgiyi kullanamadığı için mantıklı cümleler kuramıyor diyerek kendimizi rahatlatabilir hatta istersek eğlenebiliriz. Ama bu insan Türkiye’nin en eski ve köklü üniversitesinin öğretim üyesi ve ondan rapor isteyen ise bir devlet. Ve devlet, onun raporuyla coğrafyayı değiştirecek!

Bana göre Yavuz Örnek zihinsel engelli biri değil, aklı başka türlü çalışıyor o kadar. Hoca düşüncelerini o kadar seri ve inançla dile getiriyor ki bilgi ve mantık karşısında bocalama belirtisi göremiyorsunuz. Bu dünyada yaşamıyor, 'koymuşum dünyasına' havasında! Onu üniversitede tutan, devletin icazet kapısı yapan da bu; gerçek dünyamızı imha edip yerine kendi hayal dünyasını ikame edebilmesi...