Bu milletin konuşmayı ne kadar çok sevdiği belli. İşte günlerdir dindar nesil yetiştirmeyi konuşuyoruz ya, önemli konulara değinen pek yok. Pek konuşulmayan üç şey söylemek istiyorum.

Birincisi, bir zamanlar AKP’nin laiklik konusunda takiyye yaptığını iddia ederken bazı çevreler, onlar muhafazakar demokrat olduklarını söyler, liberal aydınlar da, “acaba” diyenleri azarlayarak “laikçiler” diye etiketlerlerdi. Daha sonraları ise, AKP’yi  liberaller yalnız muhafazakar demokrat değil, ileri demokrat olarak ilan etmekten geri durmadılar. Çok fazla geriye gitmeye gerek yok; referandum tartışmaları hala hafızalarda taze. 

Şimdi, eleştiriye fevkalade tahammülsüz, geçmişte kendisini destekleyenleri bile ayıklamaktan kaçınmayan bir Başbakan; yargıdan üniversitelere uzanan adam yerleştirme politikaları; özerk kurumları birer birer ortadan kaldıran adımlar; düşünceleri teröre iliştirmekten kaçınmayan bir anlayış, dokunanın yandığı, eleştirenin güme gittiği bir dönem varsa, hangi demokrasi, hangi laiklik diye sormazlar mı?

Ve de takiyyeden söz edenlerin haklı oldukları ortaya çıkmıyor mu dersiniz?   

İkincisi, din eğitimi devletin işi olamaz diyenlerin göz yumduğu mesele. Bu memlekette çok uzun süredir din eğitimi verildiği ortada değil mi? Hala devletin işi değildir diyenler, verildiğini mi unutuyor, gözden ırak tutmak mı istiyorlar?

Düşünün... Bu memlekette yaklaşık 80 bin cami var; yenileri de yolda. Yalnızca İstanbul’da 3000... Yaklaşık 400 kişiye bir cami düşüyor. 87 bin de din görevlisi... Bu hocalar ne yapıyorlar acaba?

Buna karşın, tüm Türkiye’de hastane sayısı 1220; (İstanbul’da 52’si Sağlık Bakanlığına bağlı olmak üzere 190 hastane). 60 000 kişiye bir hastane düşüyor.

Okul sayısı 69 bin....

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi ise, her yıl artıyor. Örneğin 2008’de 1.2 milyar... 2012’de ise bir önceki yıla göre yüzde 22 artarak 3 milyar 892 TL olmuş.  Bütçesinin yüzde 95’i de personel harcamalarına ayrılmış. 1000 tane de Mele yetiştirilecek, biliyorsunuz! DİB’na yüklenilen yeni görevler var tabii!

Ya din dersleri! Seçmeli olarak varlığı daha gerilere gitse de, din derslerinin 1956 yılından bu yana ilk ve orta öğretimde ders programına alındığını biliyoruz. 1980 sonrası ise, 1982 Anayasasının da öngördüğü gibi ilk ve orta öğretime Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi adı altında zorunlu bir ders var. Uygulamada bu dersin İslamiyet’i esas alan bir din dersi olduğu da bilinmekte.

1951 yılından bu yana da imam hatip okulları var. İlköğretim sekiz yıla uzayınca öğrenci sayısında bir azalma var ama bakmayın. AKP hükümeti ona da çare buldu; üniversiteye girişte katsayı farkını kaldırdı. 2009 yılında 10, 2010 yılında 28 İHL daha açtığı gibi, öğrenci sayısının da 290 bini bulduğu görülüyor. Hemen her camide açılan Kuran kurslarını saymıyorum.

Tüm bu rakamların çizdiği tablo nedir? Dindar bir gençlik için her olanak hazırlanmış değil mi?

Eğer Başbakan’ın söylediği bunun da yetmediğini gösteriyorsa, bu demektir ki, gelecek kuşakları dindarlık konusunda zorunlu din derslerinden ötesi bekliyor. Acaba, din kurallarına uygun yaşamak mı “zorunlu” olacak? Ne dersiniz?

Artık medrese benzeri okullar mı olur, devletin uygulamaya koyduğu ödül-ceza sistemi mi olur, mahalle baskısı mı olur, maişet derdi mi olur, neler girer devreye bilemiyorum ama, bugünkü tablodan bir ötesi hiç de olumlu şeyler düşündürtmüyor insana.

Üçüncü nokta, dindarlıktan ne anladığımız meselesi. Dindar nesil ile dini vecibelerini yerine getirecek kuşaklardan söz ediyorlarsa, dini eğitimin devletin işi olmadığının ötesinde bu topluma ne faydası olacağı gibi bir soru da var.

Kur’an okuyan, namaz kılan, oruç tutan bunu kendi hayrı için, öteki dünyayı sağlama almak için yapıyor. Böylesi bir dindarlıktan bana ne; bu topluma ne? Yani laiklik gibi bir derdimiz olmasa da, devletin bunun için kaynak ayırmasına hayır demek gerek.

Yok dindar gencin daha ahlaklı, daha dürüst, daha yardımsever filan olacağı düşünülüyorsa, bu konuda hiç bir güvence yok. Müslüman ülkelerdeki yolsuzluklar da ortada, İslami sermayenin kar hırsı da; açlık, yoksulluk da ortada, abdestli kapitalistler de; yalan riya da ortada, ikili üçlü yaşamlar da...

Bu ülkeye gelirsek, bugün olduğu gibi, Uludere katliamına aldırmayan, Van depremine koşmayan, gencecik çocukların coplanmasına da, tutuklanmasına da yanmayan, düşüncenin hapsedilmesini dert etmeyen, onca fakirin, açın, çıplağın varlığını olağan karşılayan bir dindar gençlik olacaksa bana ne, bize ne!

O nedenle, Başbakan’ın Paul Auster’e dediği gibi ben de, “böyle dindar gençlik olsa ne olur, olmasa ne olur” diyeceğim.