AKP’nin 16 yıllık iktidarı süresince, Türkiye’yi siyasal rejiminden hukuk sistemine, ekonomik işleyişten toplumsal yapıya, kültürel değerlerden ahlak anlayışına kadar çok yönlü olarak dönüştürmeye çabaladığı ve amaçları açısından oldukça başarılı olduğu biliniyor. Gerçi toplumun en azından yarısı bu dönüşümü ve bu yolda atılan adımları “başarı” olarak görmekten yana değil; aksine, artan kaygı ve korkularla Türkiye’yi karanlığa sürükleyen bu gidişatı nasıl durdururum derdinde!...

İkiye bölünmüş bu toplum karşısında iktidarın duruşu da, ince ölçülüp hesaplanmak zorunda. Gerçi iktidarın dayandığı kitlelere, sahip çıktığı sosyo-kütürel argümanlara güvenir görünüp, geri kalan yarının kaygı ve endişelerine aldırmaz davrandığı söylenebilir; ancak, toplumda biriken kaygı ve kuşkuların farkında olduklarından bunlara karşı panzehirler üretmeye çalıştıkları da yadsınamaz. İçerde ve dışarda ilan edilen cihat, düşmanlıkları körükleyen kavgacı söylemler gibi, barışçı ve yatıştırıcı söylemlerin anlamı da bununla ilgili.

Biliyorlar ki, 2010 ve 2015’te yapılan referandumlardan sonra hem kendi iktidarları hem başlattıkları dönüşümün selamete çıkması açısından 2019 seçimleri çok önemli. Hem tek başlı iktidarlarını hem dine dayalı toplum projelerini sürdürebilmek için iktidarda kalmaları gerekmekte. Bir bakıma, son vuruş noktası!... Öte yandan, amaçları doğrultusunda attıkları adımların, arkada kendileri açısından çok sorgulanacak bir miras bıraktığını da bilmekteler.

Dolayısıyla hedefleri açısından olduğu gibi, sorgulanmaktan kaçmaları için de iktidarda kalmaları gerekmekte; tüm despot yönetimler gibi “iktidara mahkûmlar!”

O nedenle, bir tarafta bu yolda tüm siyasal-hukuki koşullar seferber edilirken, öte tarafta algı politikasına hız vermek durumundalar; manipülasyonlar da eksik olmamalı kuşkusuz!...

Siyasal-hukuksal seferberliğin sonuçları ortada!... 15 Temmuz 2O16’dan bu yana sürüp giden OHAL; o günden bu yana yasama organını iyice dışlayan KHK’ler; haklar ve özgürlüklerin toz duman oluşu; her geçen gün muhalefetin daha sindirilmeye çalışılması; bu koşullarda yapılan referandum ve referandumda mühürsüz oyların geçerli sayılması; sonrasında teröre karşı güvenlik iddiasıyla girilen savaş; seçimler yaklaşırken MHP ile gerçekleştirilen ittifak; o da yetmezmiş gibi, mühürsüz oyları geçerli saymaya yönelik yasa değişikliği!... Hepsi, siyasal-toplumsal projenin sona ermesi için!...

Algı politikası ve toplumsal manipülasyonlara gelince, onların da sınırı yok. Örneğin hak, hukuk, demokrasi konusunda öyle laflar edilmekte ki, başka bir ülkeden mi söz ediliyor diye kuşku duyulabilir. Gerçi AKP ve Erdoğan’ın dilini çözeli epey olduğundan, kullanılan kavramların ne demeye geldiğini artık iyi biliyoruz; yine de şaşırdığımız zamanlar olmuyor değil!

Şu dinde reform ya da güncellenme konusu da bunlardan biri!... Aslına bakarsanız, geçmişten bugüne Türkiye’de din güncellemesi değil, din adına cihat eksik olmamıştır. En büyük günahları laikliği savunmak olan birçok değerli insanın bu yolda öldürüldüğünü biliyoruz. AKP’nin başlangıçtaki “muhafazakâr demokrat” iddialarına kuşkuyla bakılmasının temel nedeni de, bu toplumsal ve tarihsel gerçeğini bilinmesinden gelmekteydi.

Sonuçta bugün niyetlerden değil, atılan adımlardan konuşur hale geldik. İlkokula inen zorunlu din dersleri, çocukların örtünmesi, imam hatip okullarının asıl ve merkezi bir eğitim halini alması, Diyanet’in ve imamların artan rolü, müftülere nikâh yetkisi, cihat konusunun eğitim müfredatına girmesi gibi!...

Öte yandan, tarikat ve cemaatlerin her yıl daha güçlenerek devlet içinde yer bulduğu bir ülke hailine geldiğimizi de biliyoruz. Esergül Balcı’nın “Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği” adlı son günlerde konuşulan raporu da, bildiklerimizi kuşkuya yer bırakmayacak kadar ortaya koymakta. Bir yandan tarikat ve cemaatlerin devlet örgütlenmesi ve devlet kaynaklarının kullanımında sahip oldukları ayrıcalıklı konum, öte yandan sayısı bilinemeyecek kadar artan tarikat okulları ve kuran kursları ile buralarda okumak ve barınmak durumunda kalan yüzbinlerce çocuk ve genç!... Raporda, eğitimdeki değişikliklerin, “cihatçı bir toplum yaratmak ve bunu içselleştirmek” amaçlı olduğu da belirtilmekte.

Kısacası, din adına cihadın epeyce yol aldığı, son vuruşların ise 2019 sonrasına bırakıldığı söylenebilir. Bu nedenle oradan buradan gelen ve kadının cinselliğini konu eden kepaze açıklamaları, birilerinin aşırılığı olarak görmek yerine, İslami cihadın yeni bir adımı olarak düşünmekten yanayım. Bir yandan, yeni bir adımın/aşamanın işaretini verirken, öte yandan toplumun daha nereye kadar tahammül edeceğini anlamaya çalıştıkları da düşünülebilir.

Bu koşullarda, Cumhurbaşkanı’ndan gelen “dinin güncellenmesi” yolundaki açıklamaya nasıl bakılabilir? Her şeyden önce, bir başkası dinde reformdan söz etseydi başına yağacak taşları düşünmeden edemiyorum ki, aklıma bir zamanlar “Bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” diyen Demokrat Partili siyasetçi geliyor; gülmek mi ağlamaklı lazım, bilemiyorum. İnanılır bir yanını bulmak ise zor!... Örneğin, amaca ulaştıkları, artık dinin gerekleri konusunda güncel ve daha esnek yaklaşımları dikkate alma zamanı geldiğini düşündüklerini gösteren işaretler yok. Ayrıca, dayandıkları toplumsal kesimler, destekledikleri tarikat ve cemaatler düşünüldüğünde bu desteklerden vazgeçecekleri de düşünülemez.

Dolayısıyla, geriye 2019 seçimlerin ilişkin hesaplar kalmakta. Biliyorlar ve görüyorlar ki, başörtüsünü sorun etmese de, eğitimde, çalışma yaşamında yer alan kadınlar, özel yaşamlarına müdahaleyi istemeyen kadınlar, toplumda eşit ilişkiden yana olan kadınlar artmakta. Dindar kesimde bile, kadınların güçlenmesinden korkmayan, kadınların böyle horlanmasına karşı çıkan kadınıyla, erkeğiyle aileler var. Üstelik bu kadınlara, örtünmenin onlara özgürlük ve toplum yaşamına katılmaları olanağı getireceği iddia edilmişti; şimdi ise, cinsel obje olmaktan kurtulamadıklarını görüyorlar! Cihat sona doğru yaklaşırken onları kaybetmemek önemli olduğundandır ki, başkası söylese dine saldırı olarak görülecek sözler, en tepeden gelebilmekte!

Özetle, dinde güncelleme iddialarını ileri demokrasi iddialarına benzetmek mümkün. Her ikisi de, taşlardan birini rakibin taşlarının bulunduğu kareye yerleştirme hamlesi olarak önemli; oyunu bozmak da rakibe düşmekte.