Faiz, dine içkin tartışmaların çoğunda kendine yer bulamamış, bir biçimde boynu hep bükük kalmış, gözlerden özenle saklanarak menfi anlamda korunmuş bir hükümdür

Dini faiziyle yaşayanlar

Aydın Tonga

Faiz meselesi İslam dünyasının en netameli konularından biridir. Zira faiz demek beraberinde para, iktidar ve güç demektir. Onun için faiz dahil güce etki edecek, onu sınırlayacak konular öyle uluorta konuşulmaz; fetva kürsülerinde usulden geçiştirilir, hele parti teşkilatlarında zinhar ağza alınmaz akçeli meseleler.

Fakat çuvala sığmayan mızrak kabilinden İslami metinlerde kendine yer bulan bazı konuları görmemek elde değildir. Faiz bu konularından başında gelir elbet.

Bir haber ile devam edelim isterseniz. Geçtiğimiz günlerde kuruluşunu duyuran “Yeniden Refah Partisi” isimli partinin genel başkanı Fatih Erbakan ile ilgili, Saadet Partili Ali Aktaş şu açıklamayı yaptı: “Genel başkan aracına ‘yakalama’ talep eden ve yakalama avansını yatıran, tüm genel merkezden hakkı olmadığı halde ‘faiziyle birlikte’ 500 bin liraya yakın para tahsil eden Fatih Erbakan’a şunu demek lazım; haram para ile helal siyaset yapamazsın arkadaş. Saray seni kullanıyor” Bu açıklama burada dursun lakin şu soruyu hatırlatmadan geçmeyelim: Haram para ile sevap işlenir mi? Külliyatın ağırlıklı görüşü “işlenmez” diye cevap verir bu soruya. Lakin meşhur alim Gazali hiçte öyle düşünmez. Para haram yolla kazanılsa bile “fakirlere” verilebilir ya da “hayırlı” bir yere aktarılabilir.!

Fatih Erbakan, -iddialar doğru ise- Gazali’den yola çıkarak faizi helal gördüğü yerlerde harcıyor olabilir mi, kim bilir? Fakat bildiğimiz bir şey var ki, faiz konusu Kur’an ve hadislerde açıkça zikredilerek yasaklanmıştır. Bu ifadelerden sadece birini aktaralım. Bakara suresi 275.ayet: “Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, “Alım satım da ancak faiz gibidir” demeleridir. Halbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişte yaptığı kendisine aittir, işi de Allah’a kalmıştır. Kim de yine faizciliğe dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir.” Görüldüğü üzere faiz konusu tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde yasaklanmış, haram kılınmıştır. Fakat yaşamın ürettiği din pratiği aynı savda değildir. Çünkü “dindar” olarak yaşamanın bile sınırları vardır ve bu sınırlar belirlenirken güç ve iktidar çoğu zaman belirleyici olur. Artık yaşanılan, iktidarın dinidir; öyle olmalıdır, girilen yolun gösterdiği hedef odur çünkü.
Cübbeli Ahmet bir yazısının başlığını bile şöyle seçer: “Faiz yiyen deli olarak dirilecek.” Cübbeli ilgili yazısında faiz yiyenlerin kıyamet günü herkes gibi dirilip koşamayacağını ve sürekli düşeceğini söyler: Sebep mi? Cevabı birlikte okuyalım: “Bunun sebebi ise Allâh’a ve Rasûlü’e harp açmayı göze alarak ve mallarını büyütmeyi arzulayarak yedikleri haramın karınlarında büyüyerek onları yürüyemez hale getirmiş olmasıdır.” İfadelerin keskinliği ortada, daha da sert ifadeler var ilgili yazıda, dileyen ayrıca okuyabilir.

Konu bağlamında sert konuşan yalnızca Cübbeli de değildir. Şu satırlar Diyanetin Haziran 2018 tarihli hutbesinden: “Faiz kul hakkını hiçe sayarak, insanları kolaylıkla aldatmanın yolunu açar.. Faiz yalnızca malın değil hayatın da bereketini kaçırır. Nice iflaslar, intiharlar, dağılan aileler, heba olan ömürler faizin birer neticesidir.” Gelin görün ki, adı faizle anılan kurumlardan biri de Diyanet’tir. Sayıştay Raporuna göre 2017 yılında Diyanet’in faiz geliri 256 bin 806 lira 46 kuruştur. Diyanet’in açıklamasına göre ise faiz zorunlu bir durumdan ortaya çıkmıştır, işletme geliri değildir. Diğer bir ifadeyle devlet faizi şart koşmuştur.! Devlet deyince şu rakamları aktarmama izin verin: “2002 – 2020 yılları arasında toplam faiz harcaması 1 trilyon 63 milyar liraya ulaşırken merkezi bütçe yatırım harcamaları 703 milyar lirada kalıyor.” Şu veri de 2018 bütçesinden: “Faiz ödemeleri için 2018 yılı bütçesinde 71,7 milyar lira ayrılmıştır.”

Faiz bahsinden söz açılınca “hayır işliyor bu kurumlar” denilerek sahip çıkılan ve yüzde 10’lar düzeyinde faiz veren Osmanlı’daki para vakıflarını unutmamak lazım. Tabi o dönemde bütün ulema aynı görüşte değildi. Bu kurumların açıkça “faiz” günahı işlediğini söyleyenler de vardı. Şeyhülislam Çivizade bu isimlerden biriydi ve hatta bu konuda Kanuni’yi ikna ederek anılan kurumların para işletmesini yasaklatan bir ferman bile çıkarttırmıştı. Lakin “para vakıflarının” faaliyetlerini sürdürmesini isteyenlerde az değildi. Örneğin Halveti dergâhı Şeyhi Bâli Efendi, Kanuni’ye şu satırları içeren bir mektup bile yollamıştır: “Para vakıflarının gelirleriyle ayakta duran camiler, mabetler, hayır kurumları harap oldu... Vakıf gelirleriyle geçinenler perişan oldu... Para vakıfları büyük bir halk hizmeti görüyordu...” Sonuç mu? Çivizade azledilir yerine Ebussud getirilir. Yeni Şeyhülislam Ebusuud %12 düzeyindeki faizi de onaylar. 16.yüzyıla gelindiğinde kurulan para vakfı sayısı ise çoktan 1000’i geçmiştir.

Faiz, dine içkin tartışmaların çoğunda kendine yer bulamamış, bir biçimde boynu hep bükük kalmış, gözlerden özenle saklanarak menfi anlamda korunmuş bir hükümdür. Bu yanıyla hüznü bağrında taşıyan ve bazen günün ihtiyaçlarına bazen de iktidarın gücüne yenik düşen hikâyenin adıdır faiz. Ondandır anlı şanlı Şeyhülislamların faize cevaz vermesi, ondandır meydanlarda dini kalkan edenlerin milyonlarca lira faiz ödemesi, “İslamcı parti” kurarken bile faizli paranın kabul edilmesi hep faizin o hazin hikâyesinden kaynaklanır işte. Ne de olsa “bu dinin” bir karşılığı yok, ol vakit istenildiği kadar günah işlenebilir. Çünkü din en çokta sahip çıkılan değerler oranında biçimlenir ve öyle yaşanır.