Bu topraklarda, Mustafa Suphi’lerden Tahir Elçi’ye sayısız siyasi cinayet işlenmiş, bu cinayetler Türkiye egemen sınıfının siyaseti ve toplumu dizayn etmesinin başlıca araçlarından biri olagelmiştir. Hrant Dink cinayeti, “yeni Türkiye”nin inşa sürecinde siyasal alanın ve toplumun biçimlendirilmesindeki en işlevsel cinayetlerden biri olmuş, yeni rejim bu cinayet etrafında örülen kurgudan hareketle hegemonyasını kurmuştur.

Peki, nedir o kurgu? Şöyle özetleyebiliriz: “Hrant Dink’i eski rejimin karanlık güçleri, derin odakları, vesayet yanlıları öldürmüştür, o halde bu derin odaklara karşı verilen mücadelede tüm demokrasi güçlerinin iktidar bloğunun yanında yer alması, onu desteklemesi gerekmektedir.”

Kandırılmayı arzu ettiklerini artık kendilerinin de itiraf ettiği liberallerin de katkısıyla bu kurgu başarılı olmuş, cinayetin sonrasında, “Derin devletle hesaplaşma” adı altında büyük bir tasfiye operasyonuna girişilmiş, düzmece davalar sahneye konulmuş, 2010’daki referandumla bu süreç taçlandırılmış, yani diktatoryaya giden yolun taşları adım adım döşenmiştir.

Dink cinayeti sonrasında yaşananlar, “yeni Türkiye” adlı toplumsal mühendislik projesinin başarısının olduğu kadar, bu topraklara ve Dink’in anısına yapılmış büyük bir ihanetin de tarihidir aynı zamanda. Kendilerini “Hrant’ın Arkadaşları” olarak adlandıranların tam göbeğinde yer aldıkları ve “demokrat, aydın, muhalif” sıfatlı bir aymazlar topluluğunun da figüran olarak yer aldıkları bir ihanet oyunudur karşımızdaki.

Bu ihanetin tarihi, Türkiye’de kuş uçsa haberi olan ama her ne hikmetse Dink cinayetinin istihbaratını alamayan ABD’nin cenazedeki temsiliyle başlar. Dönemin ABD büyükelçisi yürüyüşün en önünde saf tutmuş, bu ülkenin son elli yılındaki her karanlık olayda mutlaka dahli bulunan bir devlet “katilin olay yerine dönmesi” misali cenazedeki yerini almıştır. Ancak mesele bununla sınırlı değildir. Cinayet, dönemin AKP-C koalisyonunun medya gücü ve kalem erbapları tarafından planlı programlı bir şekilde karartılmış, iktidar bloğunun rolü ve sorumluluğu büyük bir özenle gizlenmiştir.

Hrant Dink adına verilen ödül için oluşturulan komitenin başına, iktidarın en önemli kalemlerinden biri olan Ali Bayramoğlu’nun geçirilmesiyle başlayalım. Komitenin başına bir AKP’li getirilmiş ancak bununla da yetinilmemiştir; komite, Ahmet Altan ve Alper Görmüş’ü ödüle layık görmüştür. Görmüş ve Altan’ın gazeteleri Taraf’ın bugün cinayetteki rolünü çok daha iyi gördüğümüz Cemaatle bağlantıları ortadayken, bu iki isme ödül verilmiş olması sözünü ettiğim ihanetin büyüklüğünü göstermesi açısından son derece önemlidir.

Dahası, Taraf’ta Cemaatçi oldukları bilinen iki isim, Emre Uslu ve Önder Aytaç uzun yıllar polis-köşe yazarı olarak görev yapmış, her iki isim de köşelerinde hem bilinçli bir şekilde cinayeti karartmaya çalışmış, hem de Cemaatle ve Dink cinayetinin aydınlatılmasıyla uğraşan Ahmet Şık, Nedim Şener ve Oda TV çalışanı gazetecileri hedef tahtasına oturtmuştur. Bu isimlere yönelik, “Gazetecilikten tutuklanmadılar” manşeti Taraf’ın misyonunun ve o dönemin “zamanın ruhu”nun bir özetidir âdeta.

Taraf’ta bir kere dahi Ramazan Akyürek ya da Ali Fuat Yılmazer’in cinayetteki rollerinden bahsedilmemiş, Ogün Samast ve Yasin Hayal’in BBP’yle bağlantıları hiç gündeme getirilmemiş, hatta gazete Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin NTV stüdyolarından gönderilen sinyalle düşürüldüğünü dahi iddia edebilmiştir.

Baskın Oran ise Yazıcıoğlu’nun ölümünün ardından, sırf “ulusalcılar”a saldırmak için bir güzelleme yazısı kaleme almış ve Yazıcıoğlu’nu örneğin Mümtaz Soysal’la karşılaştırarak, “Buyurun, iki tarafı mukayese edin. Kim bu ülke için yeni çözümler araştırıyor, hangi taraf daha ‘ilerici’, karar verin. ‘Ulusalcılık’ nedir, daha iyi anlarsınız” diyebilmiştir.

Kendilerine “Hrant’ın Arkadaşları” diyenlerden Etyen Mahçupyan ve Hayko Bağdat, iktidar bloğunun gazetelerinde yazmaya, televizyon kanallarında program yapmaya devam etmiş, Dink’ten sonra Agos’un başına getirilen Mahçupyan AKP-Cemaat kavgasında katıksız bir yandaşa dönüşürken; Bağdat, Yılmazer’le derin bağlantılarını herkesin bildiği Nazlı Ilıcak’la utanıp sıkılmadan televizyon programı yapabilmiştir.

Cemaatle iktidarın kavgası vesilesiyle Dink cinayetine dair karanlığın bir parça da olsa dağılmaya başladığı, Cemaatle bu cinayet arasındaki bağlantının ifşa olduğu bir zaman diliminden geçiyoruz. Mahkeme sürecinde Cemaatin cinayetteki rolüne dair daha fazla bilgi açığa çıkacak, sanıklar da eski iktidar ortaklarına dair önemli şeyler söyleyecekler; böylelikle hem cinayetin aydınlanmasında önemli bir mesafe alınmış, hem de bu büyük ihanet kayda geçmiş, tescillenmiş olacaktır.