Saraylıların “ağzından öylesine çıkmıştır canım” mazeretlerini derhal boşa çıkardı ve “çürük ve sürtük”’ diye nitelediği Gezi Parkı eylemcileri hakkındaki “dilini” tekrarladı. “Haftalarca sokakları mesken tutarak her türlü çirkefliği sergileyenlere hak ettikleri teşhisi koyduk. Biz hep milletimizin diliyle konuştuk” dedi.

Zaten Saray’ın meşhur bir müteahhidinin de milletin diliyle millet için ne dediği hiç unutulmamıştı. Milletimizin diliymiş!

O dille konuşmak yakın zamanda Trump vesilesiyle küresel bir özellik kazanmıştı. Mesela 2020 Mart ayında mikrofonun açık olduğunu unutup “fuck/has...r” dediğini milyarlarca insan duymuştu. Bize de Beştepe’ye yazdığı mektuptaki “budalalık yapma” lafını okumak düşmüştü. Siyaset dillerinin hedefinde bir “Öteki” varsa, tüm gericiler, küfürmüş değilmiş bakmadan hiç lafını esirgemezler. Sadece Trump değil, önceki ABD başkanları da aynıydı. Amerikalı muhalif yazar Norman Spinrad “Raising Hell” kitabında Düzenbaz Nick diye de bilinen ABD’nin 37. Başkanı Richard Nixon hakkında bakın ne diyor:

“Nixon ve [ve yardımcısı] Agnew kendilerini ve Cumhuriyetçi Parti’yi, hep ırk, din ve gericilik etrafında yükselen ve partinin demografik seçim tabanı olan ve bu amaç için icat ettikleri sözde ‘Sessiz Çoğunluk’un kültürel savaşçıları olarak vaftiz ettiler. Böylece, yerleşik ekonomik güç yapılarının partisi ve düpedüz zenginler, İncil Kuşağı köktencilerine, kültürel gericilere, gizli ve çok gizli olmayan ırkçılara yaltaklanarak, Öteki olarak damgalayabilecekleri kişilere karşı paranoyak bir korku üreterek, insanları kendi ekonomik çıkarları aleyhine oy kullanmaya ikna ettiler.” (s. 75)

***

İnsanları kendi ekonomik çıkarları aleyhine oy kullanmaya ikna etmek! Epey tanıdık bir siyaset tarzı değil mi? İncil kelimesini değiştirin her bir şey burada da aynıyla vaki. Bizdeki Ötekiler ise zaten bizleriz, bazen Ergenekoncu, terörist, bazen cehapeli, Alevi, pekakalı, Kürt, Gezici, çapulcu, Kemalist, solcu, sosyalist, komünist, LGBT’li, feminist… Daha sayayım mı?

Şimdi sanki matahmış gibi “yahu bakın her yerde böyle bu işler” mi diyeceğiz? Dünyada da böyle deyip teslim olmak mı, yoksa aynı dünyada Şili de var Kolombiya da var deyip yekinmek mi lazım, işte bu da bize kalmış.

***

İşin en acıklı yanı, bu ülkede “milletin diliyle” hakarete uğradıkça “yarabbi şükür” denilmesini bile umuyorlar. “Birileri çıkıp ‘aç kaldık’ diyor, vicdansızlık yapma, ne aç kalması! Aç kalan filan yok” sözlerine karşı “açız ama bu laflara karnımız tok” diyenlerin sesi duyulmasın diye de sansürü çare görüyorlar işte…

İktisattan pek anlamam ama şunu bilirim: İnsanların büyük çoğunluğu ürettikleri mal ve hizmetleri tüketmek için yeterli paraya sahip olmadıkça, haliyle aç ve açıkta kalıyor ve ortada işleyen bir ekonomi diye de bir şey kalmıyor. Sadece bankaların ve rantçıların ve ihalecilerin kârlarına kâr ekleniyor ki bu da (Amerikalı Keynes’in tabiriyle) bir kumarhane ekonomisidir. İhaleciler, döviz alıp satanlar, faizden para kazananlar servetlerine servet katıyor. Hepsi bu kadar… Ve her kumarda olduğu gibi kazanan hep kasa oluyor.

Saray, bir yandan içerideki Öteki ile kavgayı körüklüyor, yetmiyor dışarıdaki Öteki’ye karşı da yeni bir harekât hazırlığına girişiyor. İşte Tel Rıfat ve Menbiç’e girileceğini de açıkladılar. Fırat’ın batısındaki her iki bölgeye yönelik bu harekât ise tabii ki Saraylıların bir seçim çalışmasıdır. Tüm seçim çalışmalarının özeti ise, hiç gitmeye niyetimiz yok şeklindedir.

Peki, nasıl gitmek zorunda kalırlar? Seçimde tüm hile hurdaya rağmen ezici bir çoğunlukla kaybettiklerini anladıkları zaman. Seçim yaptırmayıp iç savaş çıkarmaya yeltendiklerinde büyük bir hezimete uğrayacakları, kaçacak yerleri olmayacağı kendilerine şimdiden ispatlandığı zaman…

Yeter ki bizler de sözlerini “halkın diliyle” Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın yazdığı şu türküyü söylemeyi unutmayalım:

“Dinle ağa, dinle paşa, dinle bey/ Sen söylersin o susar mı bell’ olmaz/ Aç kalırlar yurttan yurda göçerler/ Tarifeylen köprüsünü geçerler/ Çamın başı yine kar mı bell’ olmaz.”