Vecihi Timuroğlu önce bilimin bağımsızlığını açımlayarak başlıyor son kitabına. Türk İslam sentezinin nasıl kotarıldığını nereden hangi gereksinmeden doğduğunu anlatıyor. 12 Eylül sonrası kültür politikasının anlatımı sonrası bu politikanın ders kitaplarına yansımasına geliyor sıra…

Dinlerin doğuşundan bilimin doğuşuna

EVİN OKÇUOĞLU

Vecihi Timuroğlu’nun Berfin Yayınları’ndan çıkan son kitabı Berfin Bahar dergisiyle birlikte postayla geldiğinde çok sevindim. Hemen okumak ve hakkında yazmak istiyordum. Kendisini şahsen tanıyanlar ya da bir kez olsun sağlığında görmüş olanlar bilir; duruşu ve yüzü yaşamını yansıtır sanki…

Yaşadığı evlat acısının yükü, çağının bilinçli ve sorumluluk sahibi bir aydını olma gücüyle birleşmiştir. Bilimden yana eserleri ve felsefe kitaplarını sadece okumamış; okutmuş, paylaşmış, üzerine kitaplar yazmış ve konuşmalarında da hep bu düzlemden ışık saçmıştır.

Kitabın adı Türk İslam Sentezi.

Kitaptaki bölümlere bakacak olursak yine titiz bir çalışmayla karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Önce bilimin bağımsızlığını açımlayarak başlıyor kitap. Türk İslam sentezinin nasıl kotarıldığını nereden hangi gereksinmeden doğduğunu anlatıyor. 12 Eylül sonrası kültür politikasının anlatımı sonrası bu politikanın ders kitaplarına yansımasına geliyor sıra… Yazarımız olanı biteni anlatıp çekilmemiş kenara; zamanın henüz işlevini yitirmemiş olan Türk Dil Kurumu’nda ders kitaplarını inceliyor ve bu konudaki geniş raporlara katkı sunuyor. Kitabında da ders kitapları konusuna yer veriyor.

2013’te Estetik ve 2016’da İnançları Uğruna Öldürülenler adlı eserlerini de yayımlayan Berfin Yayınları’na teşekkür ederim. Yazarımızın 2014 yılında vefatından önce Estetik kitabını yayınlaması nedeniyle; ayrıca dipnot, kaynakça ve dizinler ile yoğun emek gerektiren son kitabı da yayına hazırlayarak okura ulaştırması nedeniyle editör Güzide Bulut ve yayıncımız İsmet Arslan’a teşekkür ediyorum.

Gelelim son kitap Türk İslam Sentezi’nin içeriğine.

Ülkemizin bu günkü hali her ileri bakışlı insanımız için ortada ama bu günlere nasıl geldiğimizi hatırlamak için geriye bakmak gerek. İşte yazarımız bizi alıp dinlerin doğuşundan bilimin doğuşuna doğru elimizden tutup götürüyor. Copernic ve Kepler yeni gökbilim ile ilgili kanıtlar ortaya attıkça nasıl Aristo’nun ve kutsal kitapların söylediklerinin çürütüldüğünü ve bundan Kilisenin nasıl da rahatsız olduğunu okuyoruz: “Kiliseyi rahatsız eden bulgular, toplumsal egemenliği de yakından ilgilendiriyordu. İktidar, bulguların tartışılıp yaşama geçirilmesiyle, başka bir sınıfın eline geçmeye hazırlanıyordu. Çünkü yeni buluşları yaşama geçiren yeni sınıf, bu buluşlar sayesinde, ekonomik gücü de eline geçiriyordu. Zenginlik el değiştiriyordu. Bu durum, soyluların, kilise ile bağlaşığını yalnız bırakıyordu.”

Bilimsel buluşlar karşısında dinin bağımsızlığını yitirmesi el kol bağlı seyredilmiyor elbette: “Dinin bilim karşısında sürekli bir yöntemi olmuştur. Dinin yöntemi kendini üç aşamada gösterir: Birinci aşamada ileri sürülen bulgulara kutsal kitaptaki dogmalarla karşı koyar. Başaramayınca yeni bulguların ve düşüncelerin akla aykırılığını ileri sürer. Kutsal Kitap’ın en önemli inançlarından ya da kuramlarından birisine aykırılığını göstermeye çalışır; çaresiz kalınca üçüncü aşamaya başvurur: Kutsal Kitap’ın ayetleriyle yeni bulgunun uyumluluğunu göstermeye çaba gösterir. Hatta yeni düşüncenin Tanrı buyruğundan çıkarıldığını kanıtlamaya çalışır.”

Bilim en büyük zaferini Darwin ile kazandı. Darwin’in kuramlarından söz eden yazılar 1872’de yazılmaya başlıyor. Cumhuriyet öncesi yazılan bu yazıların kimisi Darwin’den yanadır. Tabii hemen ardından kâfirlikle suçlayan yazılar gelir. Cumhuriyet sonrası Öner Ünalan ve Yavuz Erkoçak çevirileri sayesinde Darwin Türkçe okunmaya başlanır. O yıllarda Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Kastamonu’da sınıfta Darwin’den söz eden biyoloji öğretmeninden yana tavır alır. Ne günlermiş… Çağdaşlaşmaya çalışan genç Cumhuriyet’in karşısına bilime karşı olan bilimin bağımsız olamayacağını savunan Türk İslam Sentezi çıkıyor. Bir ilke olarak laikliğin toplumsal işlevini sürdürmesi de böylece olanaksızlaşıyor.

Sözcüklerin etimolojisini hep merak ederim. Kitapta laiklik nereden geliyor açıklanmış. Yunanca laikos ve laos sözcüklerinin ne anlama geldiğini de kitaptan öğreniyoruz. Günümüzde bireyin dinsizleştirilmesi gibi anlamlarla çarpıtılmak istenen laiklik aslında “insanın doğayı ve toplumu değiştirmekte ya da dönüştürmekte Tanrı karşısında özgürleşmesi anlamına gelmektedir.”

Giordano Bruno (1548-1600) dinsel düşüncenin kabul edemeyeceği evrenin tekliğini ilk görenlerdendir. “Her şeyin nedeni natura naturans’tır, yani doğuran doğadır. Öteki dünya yoktur. Çünkü evren herhangi bir ‘öte’ye olanak bırakmayacak biçimde sonsuzdur” der.

Dinin sınıfsal yönden nasıl kullanıldığını açıklarken Timuroğlu şöyle diyor: “İktidarı elinde bulunduran sınıflar Tanrı buyruğu olan dinsel kuralları kendi çıkarları uğruna kolaylıkla kullanmışlardır. Dinin Tanrı buyruğuna dayalı değişmezlik ve kesinlik ilkesi yeni sınıfların lehine her değişimi ve dönüşümü küfürle suçlayarak, egemen sınıfa tarih boyunca yardımcı olmuştur.”

En önemli saptamalarından biri de şudur: “Feodaller din yoluyla yeni üretim tekniklerine ve biçimlerine karşı çıkıyorlar. Kapitalistlerse, yeni üretim tekniklerini kendileri yaratıyor ama yeni teknolojinin ve üretim araçlarının işçi sınıfının eline geçmesini önlemek için, dini, en etkin bir araç olarak kullanıyorlar.”

Dinin egemen sınıfın ideolojik aracı olduğunu anladıktan sonra Aydınlar Ocağı’nın Türk İslam sentezi çalışmalarını anlamak kolaylaşıyor. Ayrıca Devlet Planlama Teşkilatı’nın hazırladığı Milli Kültür raporunun din ve ahlak bölümü Hayri Bolay tarafından kaleme alınıyor ve raporda “Dünyayı değiştirmenin tek yolu din” olarak gösteriliyor.”

Timuroğlu ekliyor: “Sentezciler Ziya Gökalp’ten de çok gerideler.” “Milli kültür raporu Voltaire ile Fransız burjuvazisine bile katlanamıyor.”
Hacı Bektaş, Mevlana ve Yunus Emre ile ilgili karşılaştırmayı da okumanızı öneririm.

Ders kitapları bölümündeki örnekleri ilgiyle okuyacağınızdan eminim.

Son söz değerli hocamızın/ yazarımızın önemli saptamalarından biri olsun: “Bu verdiğimiz örneklerin bilgi olmadığı da apaçıktır. Bu bir propagandadır. Propagandanın eğitim sürecinde yeri olmaması gerektiği, ilk çağlardan beri bilinmektedir. Propagandaya dayalı eğitim müfredatları, ancak, faşist yönetimlerde görülmüştür.”