Geçen haftaki yazımızda “ilke” kavramı üzerinde durmuş, İslamcıların ilkeli davranamamalarını dinlerin ilkesizliğine bağlamıştık. Dinlerin inananlarını ilkesizleştirdiği anlamına gelen bu tespitimizi “İslam dininin ilkeleri”i ile çürütmeye kalkışanlar oldu. Bana İslamın şartlarını “İslam dininin ilkeleri” başlığı ile gönderen sanırım “şart”la “ilke”nin anlamdaş olduğunu düşünüyor. Oysa değil…

“Şart”la “ilke” anlamdaş olmak biryana, bu ikisi birbirinin zıttı kavramlardır. Dinlerde şart, uyulması, yerine getirilmesi zorunlu temel görevdir; ilke ise birtakım yöntemlerle elde edilmiş aklın onayladığı verilere dayanan, yer ve zamana göre değişebilen kurallardır. İslamın şartı ülkeden ülkeye, kişiden kişiye değişmez. İlke ise nesnel koşullara göre değiştirilebilir. Kaldı ki burada konu edilen modernizmin sistematikleştirdiği ilkeler, bireyin ve toplumun demokratik gelişimini engelleyen uyulması zorunlu “şart”ları sınırlandırmak için geliştirilmiş kurallardır. Ayrıca maddi menfaat vadeden kurallar ilke, kişisel çıkar karşılığı yerine getirilen koşullu davranışlar ilkeli davranışlar değildir.

Dinlerin inananlarını ilkesizleştirdiği, dinleri tahkir etmek amacı güden bir iddia değildir. Belki de aksini iddia etmek dinlere haksızlık olur. Dinlerin inanç ve ibadet şartlarının ilkelermiş gibi algılanması aslında birçok dini şartın, henüz o dinin ortaya çıkmadığı dönemlerde geliştirilmiş toplumsal ilkeler olmasından kaynaklanıyor. Fakat kendi koşulları içinde yavaş da olsa değişen eskinin yazılı olmayan kuralları, dinlerin radikal müdahalesiyle ileri yönde değiştirilmiş fakat bir daha değişmemek üzere yazılı emre dönüştürülerek “şart”laştırılıp sabitlenmiştir: Özellikle Müslüman topluluklarda cinsiyetlerin toplumdaki rolü, bireyin toplumsal hayata katılımı ve bilgi edinme hakkını kapsayan binlerce şerri şart, üzerinden bin 600 yıl geçmesine rağmen rasyonel ilkelere karşı direniyor. Kadının örtünmesi, otomobil kullanması, seçme seçilme hakkı ve evlenme yaşına ilişkin erkek tutumu, bu gün bile dini “şartlar” dışında meşruiyet arama gereği duymuyor.

Dinler mi ilkesizleri, ilkesizler mi dinleri kullanıyor?

İlkesizliği, birlik olmanın gücüne inanmayan, paylaşmayı reddeden insanların grup dışı davranma arzusu olarak tanımlayabiliriz. Bu bakımdan ilkesizliğin sadece dinsel kökenli bir insan tutumu olduğunu söyleyemeyiz. Ancak şu bir gerçek ki dinler, kapısını çalan her ilkesiz kişi ve anlayışa rahatlıkla ev sahipliği yapıyor.

Dinler, dini “şartlar”ına sadık kalıp, şartlarını kabul edenlerle yoluna devam etse, demokratik toplumsal ilkelere uymayıp bulduğu her fırsatı kendi çıkarı için kullanmaya yeltenen ilkesizlerin toplandığı yer olmazdı. Ne yazık ki dinler (denize düşen yılana sarılır misali) bilimi, bilgiyi, ilkeleri (ideolojileri) reddeden neoliberalizmin hizmetine girmekte sorun görmedi. Geldiğimiz noktada ilkesizler mi dinleri kullanıyor, dinler mi ilkesizleri belli değil. İlkesizliği ideolojisi haline getiren neoliberalizm açısından bir sorun yok, fakat kendini birer değerler abidesi olarak gören ve insanlığın ilkelerinden esinlenerek geliştirdiği “şart”larına borçlu dinlerin düşünmesinde yarar var. Özellikle Müslümanların…

Müslümanlar, İslamcıların, tutarsızlıklarının inançlarına zarar vereceğini düşünüp engellemek yerine, neoliberal ekonominin kuralsızlığından elde edilecek faydaya odaklanmaktan vazgeçerler mi? Eve ekmek gelsin de nasıl gelirse gelsin diye değerlerini feda etmeye devam ederler mi? Şimdilik pek umutlu görünmüyor.

Ilkeler zaman ve mekana göre değişir dedik; fakat (ilke midir bilmiyorum ama) ne dinlerin ne herhangi bir inancın ne de bilimin değiştiremediği bir ilke var ki o da (yanlış ya da doğru) insanın inandığı değerlere her koşulda sahip çıkma refleksidir. Her ne kadar teorik anlamda ilke sayılmasa da dindar insanların inançlarının temel değerlerine sahip çıkması, onları, içinde bulunduğumuz gibi toplumsal çürüme anlarında toplumsal ilkelere uymaya, uymayanları uyarmaya sevkedebilir. Aksi halde her biri bir İslamcı olmaktan kurtulamaz.

Ilkesizlik kötü bir şey; onursuzlaştırır, haysiyetsizleştirir, ahlaksızlaştırır… Bakın çevrenize, her biri bir ilkesizlik abidesi olan bir sürü görürsünüz. İnsan ilkesini terketti mi toplum da terkeder. Sonra o toplum, (güya) ülkenin ekonomik çıkarına uygun pozisyon almak için her gün bir önceki gününü inkar eden, başka bir kişiliğe bürünen yöneticisini hoş görmeye başlar. Çünkü onda kendisini görür.