Afyon faciasından, niye Ergenekon kalıntılarını sorumlu tutmadılar; halbuki, ne güzel, yeni bir dalgası başlatılabilirdi. Ya da Esat, Kılıçdaroğlu ve –tabiî ki Alevî- tutuklu bir subay ekseninde Baasçı bir komplo hikayesi de yazılırdı ki, buna ilişkin belge ve dinleme kayıtlarını nasıl olsa Baransu bir yerlerden bulur Erdoğan yargısına teslim ederdi, en fazla birkaç hafta içinde. Ancak esas fırsatı Yeni Akitçiler kaçırdı: Alevler içinde koca kışla, yukarıda ise Atatürk silueti ve de bu manzaraya yakışan başlık, ya “Laikçilere ilahî mesaj: Peygamber Ocağı put kaldırmaz” ya da “Deccal’in gölgesi bile uğursuz”. Neyse, pek âlâ önümüzdeki günlerde birkampanya başlatabilirler, Kütahyalı ve benzeri liberal-demokrat düşünce önderlerinin de desteğiyle, “Yeni Türkiye’de putlara yer yok” diye en başta Kocatepe’deki, bütün ‘ucube’leri yıktırtmak üzere.

Bu patlama da karanlıkta kalacak, tıpkı Uludere katliamı, düşürülen (?) askerî jet, Urfa zindanındaki diri diri adam yakma ve patlayacağını cümle âlemin bildiği Antep’teki bomba gibi.

En karanlık ve kapalısından bir darbe rejiminde yaşıyoruz; ama, sağ olsun pek kahraman TSK bizi öyle alıştırmış ki, darbe dediğin hep askerî olur ve de mutlaka marşlar ve kahramanlık türküleri eşliğinde ilân olunur zannettiğimizden, Erdoğan darbesinin hakkıyla farkına varıp adam gibi adını koymayı beceremiyoruz.

Anayasa çoktan askıya alınmış; Meclis kararı olmadan fiilen Suriye savaşına sokulmuşuz, özgür sıfatını en son hak edecek mezhepçi/ırkçı en önemlisi de cinsiyetçi canileri barındırıp destekleyen korsan bir devlet konumuna indirgenmişiz; topraklarımızın bir kısmı onların hizmetine verilip millete ve vekillerine yasaklanmış ve başbakanın talimatıyla toplama kampları kurulmuş, güya yargı adına; milletvekilleri de dahil binlerce seçilmiş-seçilmemiş siyasî, zindanlarda; henüz içeri atılmamışları da gerek Meclis’te gerekse meydanlarda başbakanın üniformalı-üniformasız elemanlarınca tekmeleniyor, yumruklanıyor, gazlanıp yaralanıyor. Ve bazı utanmazlar “Kürt siyasetçiler silahlıların gölgesinde kalıyor, siyaset üretemiyor, bir Sinn Fein olamıyor” gibisinden laflar ediyorlar: Sivil siyaset zaten engellenmiş,  barajıyla, TMK’sıyla; üstüne üstlük ağzını açandan vaz geçtik, defterine not düşen içeri atılıyor ‘teröre destek’ten ve buna karşılık devlet tek muhatap olarak silahlı örgütü alıp pazarlık masasına oturmuş; ki, bu, ulusal bir sorunu uluslararasılaştırıp mutlaka ve mutlaka kendilerine bir komisyon ödeyeceğimiz yabancı güçleri işin içine sokarken PKK’yı da zımnen devlet statüsüne yükseltip kendi hükümranlık hakkından şu ya da bu ölçüde bir pay  vereceği vaadinde bulunmaktır ve bütün bunlar Erdoğan’ı güya siyaset-üstü bir ‘sultan baba’ olarak ülkenin tek ve mutlak hâkimi hâline getirmeye yönelik manevralardan başka bir şey değildir.

Benzeri bir yolu Özal da izlemeye kalkmış ve ülkenin kendisinin de büyük katkılarıyla iyice daraltılıp karartılmış siyasal alanını genişletip silaha sarılmayı işlevsizleştirmek yerine, doğrudan doğruya –ama, tabiî ki, korsan usûlü, yani gizliden gizliye- PKK/Öcalan ile pazarlıklara girişmiş, aslında siyaseti halkın elinden kaçırmak/halkı siyaset-dışı tutmak, bu sayede de yegane siyasal aktör hâline gelmeye odaklanmış bu melûnca manevralar silahların daha fazla konuşup daha fazla akıtılması sonucunu vermiştir. Zira, bir devletin muhatabı yine ancak bir devlet olabilir ve de mesele, adı açıkça konmuş olmasa da devletler arası bir düzeye, yani diplomasi alanına taşındığı anda, hak/hukuk/adalet/kardeşlik gibi kaygılar tümüyle devreden çıkmış, silahların gücü ve şiddete baş vurma kabiliyeti de kıymet-i harbiyeye sahip yegane unsur hâline gelmiş olur; tıpkı, Özal’ın yirmi yıl kadar önce, şimdi de Erdoğan’ın Oslo kandırmacaları üzerinden yol açmış olduğu gibi