İnsan niye dırdır eder ki? “Dır” ile biten cümlenin öznesiyse, edecek tabii ki. “Dır” ile biten cümleler, olmakta olanı değil, olup bitmiş bir varlığı gösterir. Kimlikler sırtımıza “dır” ile yüklenir. Erkek ya da kadınsınızdır, heteroseksüel ya da homoseksüelsinizdir, bir şeysinizdir ya da bir başka şey; şusunuzdur, busunuzdur. İktidar sizi sınıflandırıp bir cümlenin içine hapsetmişse şayet, bir başka şeye dönüşebilme, hem o hem de bu olma gibi bir şansınız olamaz; özdeşlik mantığındaki çelişmezlik ilkesine göre kendinizle çelişmemeniz gerekir. “Felsefe tarihi varlık sorunuyla tıkanmıştır” (Deleuze). Fakat asıl tıkanmışlık felsefe tarihinde değil, gündelik hayat düzleminde kendini gösterir. Özneler varlık olarak tanımlandıklarında yeryüzüne açılan gözenekleri “dır” ile tıkanır, hayat ile irtibatları kesilir. Metnin içine gömülü özneler, metnin onlara yüklediği yüklemleri taşımakla yükümlüdür artık. Yüklemlerinden kurtulamamanın, bir başka şeye dönüşememenin sıkıntısı vurur dillerine; şeylerden biteviye şikâyet ederler. Şeylerle birlikte hayatını da değiştirebilme yeteneği askıya alınmış özne, oluş sancısıyla kıvranır durur fakat bir türlü olamaz. Metin izin vermez buna. Metin, çıkışları “dır” ile kapatılıp evrenle bağlantıları kesilmiş, oluş sancısıyla kıvranan ama bir türlü olamayan varlıklarla kurulmuştur.

***

Şeylerin mevcut hâllerini biteviye sayıp döken ama eyleme geçemeyen öznelerin dırdırlarıyla çınlıyor ortalık; dırdır da dırdır, değişmemeye yazgılı varlıkların makineyi andıran sesleri. Parmenides’in varlığı, hareket etmeyen, değişime kapalı “Bir” olarak tanımlaması, en çok tanrı-kralların işine yaramıştı. Derhal yazmanlarına “dır” ile kapanan cümleler kurmalarını emrettiler. O günden beri iktidarın dırdırlı metinlerinin özneleriyiz. Öz sözcüğünden türetilmiş öznenin özü, içine gömülü olduğu metindir, onu doğuran metindir çünkü. Metin, özüne bağlı evlatlar yetiştirir. Öznenin İngilizcedeki karşılığı “subject” de hükümdara tabi olan, tebaa anlamına gelir. İktidarın metinlerinde üretilen özne, dünya yerinden oynasa özüne asla ihanet etmez, dırdır eder sadece. Özüne öyle düşkündür ki özüm diye benimsediği metin uğruna gözünü kırpmadan öldürebilir, ölebilir de. Metinle ilişkisi, ana oğul ilişkisi gibidir. Metin, öznenin namusudur, leke sürülmesine izin vermez. Namus cinayetlerinin sorumlusu özne değil, metnin kara delikleridir: “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz” (Rakel Dink).

***

Hâlbuki metin, hakikatin simgesi olarak sürekli ışığa övgüler düzmekte, karanlığı ise kötülüklerin kaynağı olarak kötülemektedir. Satır araları spotlarla aydınlatılmıştır. Öldüklerinde öznelerin ışıklar içinde yatacakları vaad edilir. Işık, özneleri ve şeyleri mevcut hâlleriyle yakalamak içindir: “Olmuş olan yine olacak. Güneşin altında yeni bir şey yok.” Işık, metnin hakikati; despotlar ancak ışık sayesinde kendilerini ve metinlerini kalıcı kılabilir. 14. Louis Güneş-krallığını ilan ederek kendini tanrılaştırmıştı. Metnin karanlığını satır aralarında aramayın boş yere, öznelerin gözlerine bakın; kara delikler göreceksiniz. Özneyi inşa eden bakışlarıdır, tersi değil. Hakikatin ışığını temaşa etmekten görme yetilerini yitirmiş öznelerin bakışları kara deliklere dönüşmüştür; kurukafayı andırırlar. İşte bu kara deliklerdir katilleri, ölmeye ve öldürmeye programlı özneleri yaratan. Kara delikler için zaman akmaz, metnin içinde donup kalmışlardır. Ama bedenleri vardır, oluş sancısıyla kıvranan, zaman akmadığı için bir türlü olamayan; o yüzdendir dırdır etmeleri.

Metin¸ kervanı andırır; taşıdıkları yüklemlerin ağırlığıyla belleri bükülmüş özneler kervanı; dönüşememenin sancısıyla acı çeken ruhlar. “Ruhun üç dönüşümünden söz edeceğim size: Ruhun nasıl bir deve, devenin nasıl bir aslan ve aslanın nasıl bir çocuk olduğundan” (Nietzsche). Deve, yaşamı değersiz kılan yüklerin altında ezilen bir ruhu temsil ederken, aslan bu yüklere “hayır!” diyendir. Ancak yeni değerler yaratmak aslanın bile elinden gelmez. Nietzsche için yeni başlangıçlar ve değerler yaratacak olan çocuktur. Çocuk, hayır ile yetinmez, yaşamı evetleyerek yeni değerler yaratır. Önce metne “hayır!” diyebilmeli insan; gerisi çorap söküğü gibi gelir.