Hande Durna, bir kuşağı anlatırken, dönemin olaylarını da ele alıyor: Bir tarih kitabının soğuk ve nesnel diliyle değil, roman karakterlerinin duygu dolu ve öznellikleriyle bu olaylara tanık oluyoruz

Direnenlerin türküsü

Ruhşen Doğan Nar

“bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler...” Adnan Yücel

Bir seçimi daha geride bıraktık. Bütün artılarıyla ve eksileriyle... Belki de, artılarından daha çok eksileriyle. Siyasetin tekrar birçoğumuz için hayatımızın bir tür arka fon müziğine dönüştüğünü rahatça söyleyebiliriz. En azından, bir sonraki seçime kadar!

Ancak mücadele tüm hızıyla devam ediyor. Farkında olsak da olmasak da... Özellikle örgütlü bir şekilde, siyasetin içinde olanlar için. Yani yapıcılar için. Nâzım Hikmet’in ‘Yapıyla Yapıcılar’ şiirinde bahsettiği yapıcılar. Yeni bir ülkeyi türkü söyleye söyleye yaratanlar. Tuğla tuğla yapıyı inşa edenler. Ter dökenler, emek verenler, kendini feda edenler...

Yeni Ülke Yayınları’ndan çıkan, ‘Gün Doğarken Yürümek’ romanında Hande Durna, doksanlı yılların yapıcılarını konu alıyor. Bu roman, hem Hande Durna’nın hem de Yeni Ülke Yayınları’nın ilk kitabı olma özelliğini taşıyor. Bir ilk kitap olduğu göz önüne alınırsa, ‘Gün Doğarken Yürümek’ romanını hem yazarı hem de yayınevi için sağlam bir ilk adım olarak düşünebiliriz. Umarız, bu adımın devamı kararlılıkla gelir.

‘O güzel hülyaya, yoldaşlığa...’ ithaf edilen kitapta, yazar ‘doksanlı yılların devrimci kuşağını, daha genel bir tarifle, bir dönemi anlatmayı’ hedefliyor. Bu hedefine erişmek amacıyla, romanın en iyi yol olduğunu düşünerek, bu eseri ortaya koyuyor. Yazar, Gazete Manifesto’daki söyleşisinde romanı yazmasının sebeplerini şöyle açıklıyor:

“Bu kuşağın dağınık anı anlatımlarının ötesinde yazılı eserlere kaynaklık etmemiş olmasını önemli bir boşluk olarak hissetmem, beni bu kitabı yazmaya iten asıl nedendi. Bu hissiyat elbette bir saygıyı ve gelecek kuşaklara aktarma isteğini de içeriyor ama benim amacım bunların çok ötesindeydi. O kuşağın değerlerinin bugünle bağını kurmaya çalıştım diyebiliriz.”

Genel olarak bakarsak, romanda yer alan karakterlerin hepsi, 96 kuşağının devrimcileri; ama daha ayrıntılı bir bakış açısıyla, her biri Sosyalist İktidar Partisi ve ardından Türkiye Komünist Partisi’ni kuran kadrolar. 12 Eylül Darbesi’nden, Sovyetler’in çözülüşünden, karşıdevrim dalgasından sonra, bir geleneği her şeye rağmen inşa eden kadrolar. Partili gelenek açısından önemli kazanımlar elde edenler.

Yazarın da önsözde bahsettiği gibi, kitapta çok fazla karakter var. Yine önsözde bunun sebebinin, kahramanlar yaratmamak ve kolektif ruhu daha iyi ifade edebilmek olduğu belirtiliyor. Çok fazla karakterin olması, alışılageldiği üzere bir olumsuzluk oluşturmuyor. Bana kalırsa, bir kuşağı anlatırken birkaç kahramana odaklanmak yerine, daha fazla sayıda karaktere yer vermek, ‘Gün Doğarken Yürümek’ romanına güç veren özelliklerden biri.

Kitabın bir başka özelliği ise roman boyunca diyaloglarda konuşma çizgisi veya tırnak kullanılmaması. ‘Düşünce, söz ve eylemi iç içe geçiren bir yazım tarzını’ uygulamak için yazar, bilinçli olarak bu tercihte bulunmuş. İlk başta, okur açısından karışıklık yaratabilse de, kısa sürede insanın gözü bu duruma alışıyor. Hatta böylece, kitabın hacmi ve sayfa sayısı bakımından, bir tür tasarruf bile sağlandığı akla geliyor.

Hande Durna, bir dönemi ve kuşağı anlatırken, ister istemez dönemin tarihsel olaylarını da ele alıyor: Zonguldak Madenci Yürüyüşü, Gazi Eylemleri, 96 Üniversite İşgali, Susurluk Kazası, SİP’li Hüseyin Duman’ın seçim konvoyunda faşistlerce öldürülmesi... Bir tarih kitabının soğuk ve nesnel diliyle değil, roman karakterlerinin duygu dolu ve öznel ifadeleriyle bu olaylara tanık oluyoruz. Tarihsel olayların sadece tarih kitaplarında yer almaması, edebi eserlerde de yer bularak, okurların zihnine daha canlı bir şekilde kazınması gerektiğini düşünüyorum. Daha fazla örneğin ortaya çıkmasını ümit ediyorum.

‘Gün Doğarken Yürümek’ kitabında, okuru bir yandan sevindirecek diğer yandan üzecek bir de sürpriz bekliyor. Kitabın sayfaları arasında, Gezi Direnişi’nde hayatını kaybedenler birer birer karşımıza çıkıyor: Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan... Kurgusal bir şekilde, onların küçüklükleriyle karakterlerimizin yolları kesişiyor. Bu şekilde yazar, 96 kuşağıyla Gezi kuşağını birbirine bağlamış oluyor. Mücadelenin, tarihsel bir süreç içerisinde devam ettiğinin altı çiziliyor.

Son olarak, kitabın kapağından bahsetmek istiyorum. Pınar Aksoy Özmen’in çizdiği bir resmin yer aldığı kapağın tasarımını İstemi Alp Köse hazırlamış. Her ikisinin de iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim.

Durna’nın bir romanla yetinmemesini ve edebi üretime devam etmesini diliyorum.