Depremin ilk gününden itibaren rejimin halka açtığı ölüm, kalım savaşına karşı ilk aşamada refleksif olarak açığa çıkan kendiliğinden dayanışma eğilimleri kendisini gösterdi.

Direniş komitelerinden yeniden kuruluş komitelerine

Levent HEKİM

İki Tarzı Siyaset

Tek adam rejiminin bir avuç sömürücü adına uyguladığı politikalar sonucu felaketler ülkesine dönüştük. Her afet topluma büyük bir felaket olarak geri dönüyor. Deprem sonrası lime lime dökülen iktidarın yarattığı falaket, “dünyada eşi benzeri görülmemiş bir afet” söylemiyle rejimin karakterinin ve beceriksizliğinin üstü örtülmeye çalışılırken, deprem bölgesini de içine alan sel felakatinde gösterilen basiretsizlik küçük, büyük farketmez herhangi bir afete karşı yaratılan düzenin toplumun yaralarını sarmaktan uzak olduğunu bir kez daha acı bir biçimde deneyimlememize neden oldu. Rejim hata üzerine hata yaparken diğer yandan bir skandalın üzeri başka bir skandalla örtülmeye çalışılıyor. Son olarak sel baskını üzerine Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin “Kuraklık riski vardı, bir taraftan 15 canımız aldı ama diğer taraftan toprak suya kavuştu” sözleri kendi ikballeri ve rant düzeninin sürmesi karşısında insan hayatının hiçbir öneminin olmadığının küstah bir itirafı.

Kızılay’ın sattığı çadırlar, deprem bölgesinde kaybolan çocukların cemaatlere teslim edilmesi, Kuran kurslarında dövülen çocuklar, yağma ve istifçilik yapan üst düzey kolluk kuvvetleri; kısacası geçtiğimiz 40 gün gibi kısa bir sürede yaşananlar, 20 yıldır rant ve İslamcılık temelinde yaratılan iktididarın ve devlet düzeninin tepeden tırnağa çürümüşlüğünü tüm çıplaklığıyla bir kez daha gözler önüne sermiş durumda.

Üstelik enkazın altında kalan tek adam rejimi bu çürümüş düzenini devam ettirmek için halkın önüne seçenek olarak karanlık bir projeyi sunuyor. İnşaat ve halkın müşterek varlıklarına el koyarak birikime dayanan düzenin temsiliyetini kendi üzerine alırken,toplumsal alanda rejimin bu karakterini İslam ideolojisiyle gizlemeye çalıştığı cemaat ve tarikatların yanı sıra siyasal temsil alanında HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’ni kendisine uygun pantnerler olarak seçmesi, yeniden seçildiği durumda ülkeyi zifirî karanlık bir faşizme sürekleyeceğinin kanıtı olarak karşımızda duruyor.

Bu durumun yanı sıra geçtiğimiz haftalarda millet ittifakı içimde yaşanan; Meral Akşener’in “Millet İttifakı” masasından kalkması ve sonra yeniden masaya oturması hadisesi. Bu hadise İYİ Parti’nin ittifak içinde, iktidarın yarattığı düzenin sibobu görevine talip olduğunu gösteriyor. Toplumun değişim isteğinin açığa çıkardığı potansiyelin, kendisi olmadan da gerçekleşeceği endişesi masaya geri dönüşünü sağladı. Bu durum kişilerden ziyade tarihsel olarak birbirini izleyen sağ siyasetlerin genel karakterinin bir sonucu; egemen sınıfların ve siyasal elitlerin özel çıkarını korumak pahasına, toplumsal kesimlerin genel çıkarını yok sayan bir siyasallığın tezahürüdür. Bu anlayış aynı zamanda Millet İttifakı’nın düzenin pansumanıyla sınırlandığını gösteriyor.

Açığa çıkan tablo; AKP’nin 20 yıllık politikalarının deprem sonrasında açığa çıkan sonuçları itibariyle hem bölgede hem de ülkede yarattığı yıkım, toplumsal kesimler açısından artık rejimin bir can güvenliği meselesine dönüştüğünün göstergesidir. Rejime ilişkin tercih bugün ölümle yaşam arasındaki bir tercihe dönüşmüş durumda. Kuşkusuz bugün temel mesele tek adam rejiminden kurtulma meselesidir. Ancak AKP’den kurtulmak tek başına yeterli olmadığı gibi ülkenin yeniden kuruluşu kendi özel çıkar ve ikbalini düşünen sağ siyasetlerlerle de olanaklı değildir.

Direniş Komiteleri

Yeniden kuruluşun yeri ve kodları depremin ilk anından itibaren seferber edilen toplumsal dayanışmanın açığa çıkardığı potansiyelin içinde kendini göstermektedir. Bu dayanışmaya öncülük eden devrimcilerin bagajlarında önemli tarihsel deneyimler mevcuttur. Her tarihsel süreçte karşı karşıya kalınan felaket düzenine karşı dayanışma ve direniş refleklekslerinin harekete geçtiği görülür. 1970’ler Türkiye’sinde egemenler yönetememe krizini çözmek için topluma karşı faşist terör kampayası başlatmıştır. Bu kampanya en geniş halk kesimleri içerisinde savunma ve dayanışma eğilimlerinin doğup güçlenmesine yol açmıştır. İşte “Direniş Komiteleri” böyle bir konjoktürde direniş eğilimlerinin örgütlenmesi bu eğilimlerin devrimci bir direniş mücadelesine dönüştürülmesi gereğinin bir ifadesi olarak önerilmiştir.

Faşist güçlerin halk yığınlarını, yıldırmaya yönelik saldırıları, geniş halk yığınları arasında bir savunma ihtiyacının doğmasına neden olmakta çatışmanın genişleyip yaygınlaşması anti-faşist bir dayanışma eğiliminin doğmasına ve gelişmesine neden olmaktadır. Direniş komiteleri bu eğilimin devrimci bir doğrultuya kanalize edilmesi, bağımsız bir devrimci hareketin halk iktidarını hedefleyecek şekilde ve tüm anti-faşist halk güçlerinin birleşik devrimci savaşının örgütlendirilmesi doğrultusunda kavranılmasının gereği olarak ortaya çıkmıştır. Direniş komiteleri en geniş anlamıyla halk iktidar organlarının birer nüvesi olarak kavranılmasının gereği, bu noktada ortaya çıkmaktadır. Direniş komitelerinin böyle bir anlayışla kavranılarak, bu doğrultuda mücadele edilmesi her şeyden önce, devrimci mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için zorunlu olan, demokratik halk iktidarının asıl anlamını vurgulamış; halkın kendi iktidarı kavramını ve merkezi otoriteye bir alternatif yaratılması zorunluluğunu somutlaması açılarından önem taşımaktadır. (Devrimci Yol)

Paragrafta da ifade edildiği biçimiyle sadece faşizme karşı direniş eğilimiyle değil aynı zamanda onunla birklikte hayatın her alanına dair kurucu bir deney olarak gelişmiştir. Emekçi halk yığınlarının her türlü sorunlarının (ekonomik, sosyal, kültürel) devrimci bir anlayışla çözümüne girişilmiştir. Halk iktidar organlarının nüveleri olması anlayışı eski düzenin çatlakları arasında eşitlik, özgürlük ve devrimci bir demokrasi temelinde yeni bir toplumun filizlenmesi anlamına geliyordu. Bu anlayış çerçevesinde verilen mücadele Fatsa, ÖDTÜ-ÖTK vb kendileri olmasa halkın kendi kendini yönetemeyeceğini düşünenlere karşı muhteşem deneyimler açığa çıkarttı.

Yeniden Kuruluş Komiteleri

Depremin ilk gününden itibaren rejimin halka açtığı ölüm kalım savaşına karşı ilk aşamada refleksif olarak açığa çıkan kendiliğinden dayanışma eğilimleri kendisini gösterdi. Deprem bölgesinde ilk elden temel ihtiyaç malzemelerinin teminine dayanan bir dayanışma faaliyetinin örgütlenmesine girişildi. Bugün bölgedeki halkın değişen ihitiyaçları çerçevesinde hukuk dayanışması, eğitim dayanışması, piskososyal destek çerçevesinde yeni bir dayanışma faaliyeti yürütülmeye çalışılıyor. Bu dayanışma faaliyetinin direniş komiteleri önermesinin bugünün ihtiyaçları çerçevesinde yeniden üretilerek bir sonraki aşamaya geçilmesi gerekmektedir. Önümüzde duran sorun özelde deprem bölgesindeki kentlerin genelde ise ülkenin yeniden kurulması sorunudur. Toplumsal kesimlerin yerine egemenlerin karar verdiği kentsel, kültürel ve siyasal kuruluş arkasında yaşanılabilen kentlerin bırakmayacağı bir gerçek. Yaşanabilir kentler ve ülke ancak bu yıkıma karşı gelişen dayanışma ve direniş eğilmlerini örgtülemeye yönelik yeniden kuruluş komitelerinin inşa edilebildiği oranda gerçekleşebilecek. Felaket iktidarına karşı yıkılan kentlerin yeniden kuruluşu toplumda açığa çıkan değişim arzusunun siyasal alana doğrudan söz, yetki ve karar biçiminde kendi iradesinin yansımasıyla açığa çıkabilecek. Tek adam faşizmininde kendi özel çıkarları için pazarlık masalarında toplumun genel çıkarını hiçe sayan sağ siyaset tarzının da alternatifi bu devrimci anlayışın kendisidir. Tito’nun dediği gibi; “Koca bir kayanın yarıkları arasında filizlenen küçük bir otta, o kayayı ileride parçalayabilecek olan gizli bir güç vardır.”