Sanatın böylesine göz ardı edilmesinin temel nedeni yanlış eğitim politikamız, bana kalırsa. Yaratıcılık sözcüğünden korkan bir siyasal anlayışın yönlendirdiği eğitim müfredatında sanatın adı yok. Bizler, yaşı altmışın üzerinde olan kuşaklar, şanslıydık.

Bu satırları, pandemi günlerinde moralini yüksek tutmak, umutsuzluğa teslim olmamak için sanata başvuran bir ‘azınlık’ için yazdığımın farkındayım. Toplumumuzun önemli bir kesiminin sanatla ilgisi son derece sınırlı ne yazık ki. Bu kesimin içinde, üniversite mezunları, hatta kendini solcu olarak görenler de var. Öyle olmasa, Türkiye’nin büyük kısmı sanat açısından böylesine yoksul kalır mıydı? Medyadaki sanat sayfalarına/programlarına bir göz atmak yeterli bu dediklerimin gerçekliğini görmek için… İstanbul, İzmir, Eskişehir dışında kaç kentimizde sanat, yerel yönetimlerin gündeminde yer tutuyor diye meraklanırsanız, karşınıza birkaç kent adı ya çıkar ya çıkmaz.

Oysa siyasal iktidar pandemi döneminde sanatçılara ve sanat kurumlarına yönelik ciddi önlemler almadığı için, sanatçıların yerel yönetimlerden beklentileri yüksek. Yerel iş insanları açısından da durum farksız. Birkaç sanat ‘deli’sinin (örnek: Afyon’da Caz ve Klasik Müzik Festivalleri düzenleyen Hüseyin Başkadem) kente kazandırmak istediği sanat etkinliklerine destek olmaya asla yanaşmazlar, söz konusu etkinlik ünlü bir şarkıcının konseri olmadığı sürece (sanata destek vermeyi yük olarak görmeyen bir ‘azınlık’ bu genellemenin dışındadır elbette).

DÜNDEN BUGÜNE

Sanatın böylesine göz ardı edilmesinin temel nedeni yanlış eğitim politikamız, bana kalırsa. Yaratıcılık sözcüğünden korkan bir siyasal anlayışın yönlendirdiği eğitim müfredatında sanatın adı yok. Bizler, yaşı altmışın üzerinde olan kuşaklar, şanslıydık bu anlamda. Edebiyat öğretmenlerimiz ve ailelerimizden okuma zevkini, tiyatro tadını aldık. Şimdi, çocuklarına bir tablet alabilen aileler görevlerini yapmış addediyorlar. Aynı ortamın ürünü olan yerel yöneticilerimizin de -elbette istisnalar dışında- bu zafiyetten paylarını almış olmaları şaşırtıcı değil. Yangında ilk ‘atılacak’ şeyin sanat olduğu fikri bilinçaltlarına yerleşmiş bu ‘çoğunluk’un.

Bütün bu ‘ahval ve şerait’ içinde, sanata sahip çıkmaya çalışan yerel yönetimlerin olması sevindirici. Örneğin, İzmir Büyükşehir’in farklı sanat alanlarındaki yarışmaları, İzmir Şehir Tiyatrosu kurma niyeti, İstanbul Büyükşehir’in arabalı sinema ve tiyatro gösterileri, özel tiyatrolara dijital kayıt olanakları sağlaması, yeni sahneler yaratma çabası… İstanbul’un sanata değer veren ilçe belediyeleri arasında Kadıköy öne çıkıyor. Ağustos ayında ‘Parkta Sanat’ başlığı altında sunulan tiyatro oyunları ve konserler, pandemiye sanatla direnişin en güzel örnekleri arasındaydı. Kadıköy Sinemateki’nin açılışını da dört gözle bekliyoruz.

Sanat etkinlikleri içinde, bireysel çabaların ürünü olanlar epeyce fazla; kimi hiçbir destek olmaksızın (sürdürebilirlik açısından sorunlu etkinlikler bunlar), kimi yerel yönetimlerin, kimi de iş insanlarının desteği ile gerçekleştiriliyor. ‘Bahçede Yaz Festivali’ gerçekleştiren Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras, Küçükçiftlik Parkı’nda Bahçe Tiyatrosu, Mersin’de ve Tarsus’ta açılan Şehir Tiyatroları pandemiye direnen sanatın sığındığı yeni mekanlar arasında. Büyük bütçeler gerektiren sanat merkezleri ise, büyük sermayenin devreye girmesi ile mümkün olabiliyor. İstanbul’da Arter ve Contemporary İstanbul Vakfı’nın tarihi Fişekhane’den dönüştürdüğü ‘Cocoon’, Eskişehir de Erol Tabanca’nın yaptığı OMM (Odunpazarı Modern Müze), İzmir Urla’da Arkas’ın açtığı müze en yeni örnekler. Halkımızın sanat kültürünün geliştirilmesi adına önemli kazanımlar…

Kalıcı sanat mekanlarının yanı sıra, sürekliliği olan nitelikli sanat etkinlikleri de, sanat kültürümüz açısından değerli kazanımlar. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Film Festivali’ni çevrimiçi ortamda gerçekleştirmesi sinemaseverler için mutluluk verici bir girişimdi. Eylül ayında İKSV’nin Müzik ve Caz Festivallerinin pandemi ortamına uygun koşullarda (canlı ve çevrimiçi) gerçekleşmesine tanık olacağız. Ülkemizin saygın film festivallerinden Uluslararası Ankara Film Festivali, pandemi koşullarına uygun hale getirilen ‘Büyülü Fener’ sinemasında başladı, hafta ortası yarışma sonuçlarını öğreneceğiz. Eylül’ün diğer etkinlikleri arasında, Gümüşlük Müzik Festivali, Bodrum Caz Festivali, Kuşadası Altın Güvercin Beste Yarışması ve Adana Altın Koza Film Festivali yer alıyor. Yani, sanat cehalete teslim olmadığı gibi virüse de teslim olmuyor.

SİNEMA SANATI VE İZMİR

Cuma akşamı İzmir Senfoni Orkestrası ve Mor ve Ötesi’nin verdiği konserle açılan 89. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın süresi bu yıl pandemi nedeniyle beş güne indirildi. Fuar’da başlayıp, Fuar sonrası ayın 13’üne dek sürecek ‘Kültürpark Açıkhava Film Gösterimleri’ çerçevesinde geçen yılın en önemli yapıtlarını izleme olanağını bulacak İzmir seyircisi. Dün akşam “Küçük Şeyler”in gösterimi ve yönetmen Kıvanç Sezer ile oyuncusu Başak Özcan’ın katıldığı söyleşi ile başlayan gösterimler, bu akşam “Kızkardeşler”le devam edecek. Pazartesi, yepyeni bir film “Renklerde Kaybolan Yaşam Fikret Mualla”, Salı akşamı, Şerif Gören’in “Endişe”si gösterilecek. Filmin oyuncularından Ayşe Emel Mesci, Fırat Yücel ve Şükran Yücel’in katılacağı söyleşide, ölüm yıldönümlerinde Erkan Yücel ve Yılmaz Güney’i anacağız. İzmir Büyükşehir’in programda yer alan diğer yapımlar, “Kardeşler”, “Görülmüştür”, “Kapı” ve “Nuh Tepesi”nin gösterimlerinde de, yönetmen ya da oyuncularıyla söyleşiler gerçekleştirilecek.

İzmir’den ve sinemadan söz açmışken, geçen haftaki yazımın aldığı geri dönüşlere değinmek isterim. Sinemacılar, ‘Nasıl olabilir böyle bir festival?’ diye şaşkınlıklarını ve desteklerini dile getirirken, ASİTEM adlı meslek kuruluşu Genel Sekreteri, kuruluşlarını ‘hükümete yakın’ olarak nitelememe çok üzüldüklerini belirtti. “Peki, değil misiniz” diye sordum; “değiliz” dedi. Ben de bu düzeltmeyi yayınlıyorum işte… Bir düzeltme de, ‘gerçek’ festivalin tarihçesine ilişkin. Oğuz Makal’ın, 1989 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü bünyesinde başlattığı “İzmir Sinema Günleri”, daha sonra “Uluslararası İzmir Film Festivali” adını alarak, Güzel Sanatlar Eğitim ve Kültür Vakfı işbirliği ile 2000 yılına dek sürdürülmüş. On bir yıllık bir aradan sonra, 2012 yılında, Kültür Bakanlığı, Tanıtma Fonu, İZKA, İzmir Büyükşehir Belediyesi katkılarıyla Dokuz Eylül Üniversitesi GSF Film Tasarımı Bölümü tarafından düzenlenen “12. Uluslararası İzmir Film Festivali”ni atlamışım yazıda. Bu festivalin Koordinatörlüğünü (Sabire Soytok ile birlikte) yapan Dilek Tunalı’ya bu düzeltmeyi yapmamı sağladığı için teşekkür ederim. Sayın Tunalı, Festivalin kataloğunu da gönderme inceliğinde bulundu. Gerçekten çok güzel bir program hazırlamışlar. Festivalin devamının gelmemesi üzücü, ama daha da üzücü olan, bu festivalin adının bir ‘vizyon filmleri festivali’(!)nde kullanılması. Bu festivalin, ‘Sanatsal Etkinlikler Komisyonu’ndan 5224 sayılı yasa gereği alması gereken izni nasıl alabildiğini merak ediyordum. Sonra öğrendim, ASİTEM Başkanı Muammer Sarıkaya’nın bu komisyonun bir üyesi olduğunu…

İzmir’in film festivalleri tarihine ilişkin araştırma yaparken, bu alandaki belge eksikliğinin ciddi bir sorun olduğunu gördüm. İzmir’in sinema tarihini derleyip toplayacak bir Bilgi-Belge Merkezi ile İzmir’in sinema kültürüne sürekli gösterimlerle destek verecek bir Sinematek’i bünyesinde barındıracak bir Sinema Müzesi’nin ve sinema sanatına saygılı bir Film Festivali’nin ne denli büyük bir ihtiyaç olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Yazımı, 12. İzmir Film Festivalinin başkanlığını yapan, 2016’da yitirdiğimiz Prof. Dr. Ertan Yılmaz’ın festival katalogunda yer alan sözleri ile bitirmek istiyorum: “Popüler kültürün vasat beğeniyi güdümlediği koşullarda, sinemada ve diğer sanat dallarında yeni arayışların, sorgulamaların, incelemelerin ve seçeneklerin vasat beğenide karşılığını bulması neredeyse imkansızdır. Sinema Festivalleri, istisnalar hariç, sanat olarak sinemanın sanatla buluşmasına olanak sağlarlar, sağlamalıdırlar.”