Devletler savaşsız yapamıyor. Amerikalı yazar Randolph Bourne’nin dediği gibi, “Savaş, devletin sağlığıdır”

Direnişin bağlaçları: “Ve” yaşam

Savaşın bir gösteri olarak sahnelendiği zamanlardayız. Devletlerin yazıp yönettiği ve iliştirilmiş medyanın prodüksiyonunu ve post-prodüksiyonunu üstlendiği bir gösteri. Koltuklarımıza çivilenmiş olup bitenleri izliyoruz. Platon’un mağarasındaki tutsaklardan farkımız yok. Kalkıp yürümemize izin verilmiyor. Hareket ettiğimizde, yaratılan derinliğin bir yanılsama olduğunu fark edeceğiz çünkü. Yer değiştirdikçe bakış açımızın değişmesinden ve gerçek olarak sunulanın aslında koca bir yalan olduğunun ortaya çıkmasından korkuyorlar. Gösterinin hakikat olarak dayatıldığı, yaşamı savunmanın, örtüleri kaldırdıkça gerçekliği durmadan keşfetmenin suç olduğu zamanlardayız. Basını kendilerine iliştirip bir devlet aygıtına dönüştürdüklerinde, “ya/ya da”nın dışında başka bir seçenek bırakmadılar bize. “Ya/ya da” algılama yetimizi dumura uğratıp tüm seçenekleri dışarıda bırakıyor, iki yoldan birini seçmek zorundasınız: “Kırmızı hap mı yoksa mavi hap mı?” ya da “ya bizdensin ya da onlardan”. Her iki durumda da bize hap yutturuluyor. Gösterilen, hapı yuttuğumuzun resmidir.

Judith Butler, 2003 Mart ayında Irak’ın işgaliyle birlikte ortaya çıkan “iliştirilmiş gazetecilik” olgusunu, gazetecilerin sadece ordu ve devlet yetkililerinin perspektifinden haber yapmayı kabul ettiği bir sözleşme olarak tanımlıyor. Bu sözleşmeye göre bakış açısını belirleyen devlet aygıtlarıdır, gazeteci sadece ve sadece devletin gösterdiklerini görecek ve gösterecektir. “Neyin gerçeklik sayılacağını, yani neyin, hangi ölçüde varolan bir şey olarak algılanacağını kararlaştırma gücü” artık tamamen devletin elindedir (Savaş Tertipleri, YKY). Ve medyanın gösterdiklerini gerçeklik sanıyoruz.

Devletler savaşsız yapamıyor. Amerikalı yazar Randolph Bourne’nin dediği gibi, “Savaş, devletin sağlığıdır”. O kadar sağlıklılar ki yanaklarından kan damlıyor ve sağlıklı yaşamlarını sürdürebilmek için bundan sonra hep kanlı gösteriler olacak sahnede. Eski güzel günlerdeki gibi iki savaş arasında toparlandığımız, olup bitenleri değerlendirdiğimiz ara zamanlarımız olmayacak artık. Tek bir zaman ve mekana sıkıştırılmış bedenleriz. Yıkım çağındayız, mekanlarımız ve bedenlerimiz durmadan yıkılıyor, bellek yıkıntıları arasında yaşıyoruz. Yıkıntılar arasında hayatta kalmaya çabalayan bedenler; parçaları en küçük bir esintide dağılacak. Art arda gelen patlamalarla toparlanmalarına izin verilmiyor. Bedenler, eğreti tutturulmuş bir yamalı bohça gibi; konuşmaları kesik kesik, sadece sözcükleri var; sözcükler havaya savruluyor. Sözcükleri birbirine bağlayarak anlamlı cümleler kuracakları bağlaçlardan yoksunlar çünkü. Sözcükler birbirine bağlanmadan hiçlikte asılı kalıyor.

Sözcükleri anlamlı bütünler haline getirme yeteneğinden yoksun olmaları, toplumsal ilişkilerine de yansıyor. Bir araya gelip cümle oluşturacak ne güçleri var ne de cesaretleri. Yıkım çağının bedenleri her an toza dönüşecek kadar kırılgan. Kendilerini dağılmaktan koruyacak ne güçleri ne de direnmek için cesaretleri var. İstenilen tam da buydu zaten. Önce bedenleri birbirine bağlayan bağlar koparıldı yavaş yavaş. Farkına varmadılar. Ardından tutunacak dalı olmayan yapraklar gibi hiçliğe savrulup dağıldılar. Bedenlerini ve sözcüklerini bağlayacak bağlaçlardan yoksunlar şimdi. “Ya/ya da”nın ayrıştıcı, ırkçı bataklığında çırpınmaktan başka seçenek bırakmadılar.

Var olmak, direnmektir. Beden direnmediğinde dağılıp gider. Direnmek için, parçaları birbirine bağlayacak bağları yeniden keşfetmek zorundayız. Tıpkı sözcüleri bir araya getirip anlamlı cümleler kurmak için bağlaçlara gerek olması gibi, bedenleri de bir araya getirmek için direnişin bağlaçlarını keşfetmemiz gerekecek. Kıstırıldık. “Ya/ya da”nın iki kutuplu evreninde kıstırıldık ve kısırlaştırıldık. Oysa beden, hiçbir kutba sığmayacak kadar çoktur. Çokluğu, tüm heterojen öğeleri, farklılıklarıyla yan yana getirebilmek “VE” bağlacıyla mümkündür. Savaşın yıkımından bizi “VE” bağlacı kurtarabilir. “Ya/ya da”nın kanlı gösterisini “VE” bozabilir ancak. İkili karşıtlıkların kıskacından kurtulduğumuzda, yeni bir direniş alanı açılacak önümüzde. Çokluğu birbirine bağlamak gerekiyor. Ölüm severlerin “ya/ya da”sı varsa, yaşam severlerin yeryüzünün çokluğunu kucaklayan “VE” si var: Ve yaşam ve yaşam ve yaşam...