AKP, şiddet aygıtlarını harekete geçirerek, yer yer İslamcı milisleri ve bazı mafya çetelerini kullanarak halkı sindirme yolunu deneyecektir. AKP iktidarının izleyeceği bu siyaset, ancak aynı kararlılık, alternatif netlik ve sertlikte bir karşı koyuş ile yenilgiye uğratılabilir.

Direnişin ve kazanmanın yolu

Daha önce yine BirGün’de yazdığım (24 Ekim) bir makalede Türkiye’nin önünde üç yol bulunduğunu vurgulamış ve bu yolları şöyle sıralamıştım; “Türkiye yüz yılı aşkın bir süre sonra yine benzer bir tarihsel kavşakta duruyor. Ülkenin önünde bugün üç çıkış yolu bulunuyor; islamo-faşizm, cumhuriyetçi restorasyon ve devrimci demokratik cumhuriyet.” Yazıda işaret ettiğim siyasal ve toplumsal durum daha da belirginlik kazanarak devam ediyor. Asıl önemli olan da şu; zaten öne çıkan ikinci seçenek, yani restorasyon alternatifi giderek güç kazanıyor.

Diğer yandan dinci-faşizan ittifaka dayalı iktidarın yenilgiye uğrayacağına ilişkin bir iyimserlik hali, muhalefet çevrelerini, dahası bütün toplumu içine alarak genişliyor. Bu erken iyimserlik halinin son derece yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum. Çünkü, oyun devam ediyor ve Erdoğan-AKP iktidarı yeni hamleler yapmayı, gücünü tahkim etmeyi sürdürüyor. Bu nedenle, etkin bir direniş hattı kurmak, sonuç almaya yönelik bir mücadele stratejisi oluşturmak ve kesintisiz bir eylem çizgisi izlemek gerekiyor.


Şunu unutmamak gerekiyor; Erdoğan-AKP iktidarı yakaladığı tarihsel fırsatı hiçbir şekilde kaçırmak istemeyecek ve kutsal dava dediği hedeflerine ulaşmak için sonuna kadar direnecektir. Durumu daha iyi kavramak için kısa bir anımsatma ve yeniden değerlendirme yapmakta yarar var.

AKP iktidarı, 15 Temmuz 2016’daki Fethullahçı darbe girişiminin bastırılması ile İslami bir rejim kurmak için tarihsel bir fırsat yakaladı. Darbenin bastırılmasının sağladığı meşruiyeti ve ahlaki inisiyatifi cumhuriyetin kurumlarını yıkmak için sonuna kadar kullandı. Oluşan kriz ve kaos ortamını fırsata çevirmek için harekete geçmekte tereddüt etmedi, 20 Temmuz’da olağanüstü hal ilan edildi. Erdoğan’ın darbenin bastırılmasını “Allah’ın bir lütfu” diye nitelendirmesinin anlamı buydu.

Darbeden sadece 10 ay sonra yapılan referandum ile yürürlüğe giren 2017 Anayasası üzerinden, -o güne kadar elde edilen kazanımların da sağladığı zemine basılarak- yeni rejimin inşa süreci başlatıldı. Referandum, darbe rejimlerinde görülebilecek bir yöntemle Yüksek Seçim Kurulu, tarafından sahte oylar geçerli sayılarak ve ancak kıl payı denilecek bir farkla (yüzde 51) adeta gasp edildi.

ÜLKEYİ ATEŞE ATMAYA NİYETLİ

Süreç, bütün semptomları ve çatışma eksenlerinde biriken gerilimlerle devam ediyor. Türkiye hala 15 Temmuz-20 Temmuz darbe mekaniğinin içinden geçiyor. İslamcı hareket kutsal amacı (kutlu dava) için bütün ülkeyi ateşe atmaya hazır görünüyor. Güncel tehlike ve tehdidin kaynağını da söz konusu amaç için her şeyi yapma saplantısı oluşturuyor.

Erdoğan-AKP iktidarı, artık sandık ve seçim yoluyla daha fazla mesafe alamayacağını da biliyor. Baskı, rant dağıtım araçlarının etkin kullanımı, dolayısıyla kamu mallarının yağması, takiyye, hile ve sahtekarlık ile gidilebilecek yolun sonuna ulaştığının da farkında.

Öte yandan AKP’yi iktidara getiren iç ve dış dinamiklerde büyük bir değişim yaşandı. AKP, dar İslamcı programını uygulamaya yöneldikçe egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Eski iktidar bloku büyük ölçüde dağıldı, buna karşın yeni bir iktidar bileşimi oluşturulamadı. Oluşturulamıyor da..

Uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç olarak işlev gören AKP’nin artık bu konumunu artık yitirdiğini, sermaye içi daha dar (dinci) bir çevreye sıkışmaya başladı. Dolayısıyla, başlangıçta AKP iktidarına belli çekincelerle de olsa destek veren ve bu süre içinde bütün kirli işlerini gördüren büyük sermaye çevrelerinin de artık bütünlüklü olarak Erdoğan’ın arkasında durmadığını söyleyebiliriz.
Unutulmamalıdır ki, büyük sermaye ve emperyalizm için tek seçenek ve vazgeçilemeyecek ortak yoktur.

Özetle; AKP ve Erdoğan artık sermaye sınıfının bütün bileşenlerinin ortak çıkarlarını temsil eden bir siyasal hareket olmaktan çıktı. AKP, Cumhuriyeti (daha doğrusu cumhuriyetten geriye ne kaldıysa) yıktı yıkmasına, ama yerine kendi düzenini tam olarak kuramadı. Buna gücü, müktesabatı, görgüsü, bilgisi, birikimi, insan kaynakları yetmedi. İşte, günümüzdeki siyasal ve toplumsal gerilimin ana kaynağını, bu durum, yani dinci faşizan bir rejim kurmak için toplumun ve tarihin zorlanması oluşturuyor.

İKNA ETMEYE ZORLUYOR

AKP’nin elinde kalan en önemli iki iktidar aracından biri –giderek çekirdek oylarına doğru daralsa da- kitle tabanı, diğeri ise başta şiddet aygıtları olmak üzere devlet yapılanmasıdır. Artık toplumdan ideolojik ve siyasal rıza üretemez hale gelen AKP eline geçirdiği devlet kurumlarına dayanarak büyük sermaye çevrelerini ve batıyı yeniden ikna etmeye, daha doğru bir ifadeyle zorlamaya çalışıyor.

Yukarıda genel çizgileriyle verdiğim toplu durum dikkate alındığında, AKP’nin önünde iktidarı sürdürebilmenin tek bir yolunun kaldığı görülecektir; siyasal zor kullanmak! AKP, yanına aldığı MHP’yi de etkin bir şekilde kullanmayı deneyerek baskıyı artıracak, kötülüğü ve korkuyu toplumsallaştırma siyasetini derinleştirecektir. Şiddet aygıtlarını harekete geçirerek, yer yer İslamcı milisleri, SADAT gibi “gayri nizami harp örgütlerini” ve bazı mafya çetelerini kullanarak halkı sindirme yolunu deneyecektir.

TOPLUMSAL MUHALEFETİ SİNDİRMEYE ÇALIŞACAK

AKP iktidarı, bir yandan kendisine oy veren seçmen kitlesini elinde tutmaya ve konsolide etmeye çalışırken, diğer yandan da toplumsal muhalefeti sindirmek isteyecektir. AKP iktidarının izleyeceği bu siyaset, ancak aynı kararlılık, alternatif netlik ve sertlikte bir karşı koyuş ile yenilgiye uğratılabilir. Yani cumhuriyetçi ve sol muhalefetin bir davası, ideolojik bir derdi, net ve radikal hedefleri olmayınca, AKP hükümeti kaybetse bile, kurduğu rejim devam edecektir. Amaçları da budur. Hükümeti kaybetseler bile kurdukları rejimin devam edeceği bir düzen oluşturmak yüz yıllık rüyadır. O nedenle Türkiye’nin önündeki üç yoldan biri olan “restorasyon” en yakın ve gerçekleşebilir bir seçenek olsa da, aslında kötü seçeneklerden biridir.

Dolayısıyla, yarım yamalak da olsa kurulan İslamcı rejimi dağıtacak radikal ve devrimci bir programa, daha önemlisi yeni bir kurucu iradeye sahip olmak gerekiyor. Cumhuriyet devriminin geçen yüz yılın başında sağladığı atılım ve kazanımlarla siyasal İslam’ın programı arasında alınacak bir ortalama, halkın, dolayısıyla cumhuriyetin kaybedilmesi demektir.

Halka dayanan, Kürt siyasal hareketini içerecek, kararlı, net bir programa ve kurucu iradeye sahip geniş bir cumhuriyetçi cephe oluşturulmalıdır. Geniş cephe, gerici-faşist bir rejim kurma girişiminin karşısındaki hem tek direniş hattı ve hem de en gerçekçi tek kazanma seçeneğidir. Bu anlamda Millet İttifakı başta olmak üzere, bütün muhalif oluşumları zorlamak ve etkilemek gereklidir.