Politik tiyatronun teorisyenlerinden Peter Weis’in anıtsal blok romanı ‘Direnmenin Estetiği’ polis devletini inşa eden büyük korku ülkesinde hatırlamamız gereken yapıtlardan

Politik tiyatronun teorisyenlerinden Peter Weis’in anıtsal blok romanı ‘Direnmenin Estetiği’ polis devletini inşa eden büyük korku ülkesinde hatırlamamız gereken yapıtlardan. Kültürel, felsefi ve sanatsal bir arayışa ilişkin bir yöntem soruşturması olan eser kanımca önümüzdeki günlerde yeşerecek olan dirilişin yol haritası ile belirebilir.

“Sanat sınıfsal karakterinin yanı sıra yaşamımızı belirleyen toplumsal, ekonomik ve politik süreçlere galebe çalan bir özelliğe sahipti, sanat genellikle toplumsal varlığın değiştiği eşikte konumlanıyordu, ideologları çaresiz bırakan da işte sanatın bu özelliğiydi” cümlelerinden doğru düşündüğümüzde gri puslu tonlar derin maviye dönüşmekte. Kırmızı hattan yayılan, kapitalizmle geçen vahşet yüzyılları! Biteviye tahsis edilmiş rollerin krizinden doğan acıklı güldürü. Sansürlenen tiyatro metinlerini, yıkılan heykelleri, yakılan bedenleri akıl tutulmasıyla onaylayan; teolojik, ideolojik mirastan kendilerine bir ulusal bellek şekillendirmeye çalışanların çekinceleri sahneye ve sokaklara saçıldı. Tomaların arkasında bekleyişteler. Susturabileceklerini, tarihsel lanetten kurtulabileceklerini düşünerek beyhude bir çaba ile yasak üstüne yasak getirerek belleğimizin katmanları ile oynuyorlar. Beliren kırmızı hat denizlerden, ormanlardan, Kobane’nin dumanlı sokaklarından, Rojava sınırından doğmakta… Kente ulaşması yakındır.

Roman, 1937’de Bergama’dan Berlin’e taşınan Zeus sunağı önünde farklı etnik köken ve sosyal sınıftan gelen üç gencin sunağın kabartmaları üzerinden akıl yürütmeleriyle başlar. Ben (Anlatıcı) işçi kökenlidir. Yükselen faşist harekete, kısıtlanan özgürlüklere rağmen geleceğe umutla bakan genç zihinler, İspanya’daki savaşa katılmaya hazırlanmaktadırlar. İspanya yenilgisi ile Avrupa’nın çeşitli bölgelerine savrulan karakterler, her şeye rağmen mücadelelerini, onları bu mücadeleye iten edebiyat ve sanata olan bağlılıklarını sürdürürler. Nazizim ve faşizme karşı direnişin arka planında sanatın politika ve toplum ilişkisi üzerine tartışmalar akar. Son derece önemli tarihi olayları tablolar, şiirler ve müzikle birleştirilerek anlatan roman muazzam bir yolculuktur. İnsanın mitsel değeri üzerine felsefi bir araştırma çıkar.

Savunulan ya da saldırılan şeyler nelerdir? Sorgulanmaya ya da tartışılmaya ihtiyaç göstermeyen ve en çok kabul edilen nedir? Hangi otoriteler inançları ya da kuşkuları desteklemektedir. Yaratının, propaganda olarak nitelendirme etiksizliğini gösterebilen karanlık zihinlere cevap, tarihsel gerçeklikte, meydanlarda, sokaklarda verilebilir. Büyük korku ülkesinde baskının görünmez maskelerini, boğuntusunu hissetmekte ve kayda geçirmekteyiz. Peter Weis’in işaret ettiği gibi sanat tarihini incelemek, akıl tutulması yaşayan biz insanlığı bu kolaptik halden elbet çıkaracaktır.

İnsan karmaşık bir bütündür. Bilinçdışının parçalı, kopuklu, tutarsız imgelerinin ardına düşerek çelişik ve tutarsız gibi görünenin ardındaki bütünlüğe ulaşmaya çalışır. İnsan kendi korkunç iç gerçeği ile yüz yüze gelmeli, bastırılmış istekleri bilinçlendirerek kişiliğini genişletmeli. Bilincin ussal yapısı ile bilinçdışının düşsel ve karmaşık yapısını birbirine bağlayıp bütünlüğe kavuşturmalıdır.

Düşüncenin özgürleşmesi ve ruhsal gücün yeniden elde edilmesi için bu zor görevi üstlenmek gerekir. Ancak bu süreçten sonra düşünce gerçeğe sıçratılabilecek, gerçek ve düş evrenlerini kapsayan yepyeni bir felsefi tavra ulaşacaktır. Bilinmeli ki doruklara ulaşmış tutkular ruhu parlatabilir ve güzelliği ortaya çıkarabilir. Kavramların kayıp olduğu yüzyılımızda, absürd dil içinde başkaldırı yeni yüzyılın şiarıdır. Gezi dirilişi-Haziran uyanışından bu güne yeniden yollara, sivil itaatsiz günlere…