Google Play Store
App Store

Marco Veronese, yapıtlarında kadınları merkeze yerleştirirken kurucusu olduğu Cracking Art’la da çevrenin korunmasına dikkat çekiyor. Veronese, “Sanat, benim için zamanımızın aynası ve bir eylem çağrısıdır” diyor.

Diriliş kadınlarla olacak

Tuğçe Çelik

İtalyan sanatçı Marco Veronese, eserlerini kadın figürler üzerinden şekillendiren bir çağdaş sanat icracısı.

Sanatçı, kurucusu olduğu Cracking Art hareketiyle de küresel iklim krizi, hayvanların doğal yaşam alanlarının insan müdahalesiyle sınırlandırılması ve çevrenin korunması gibi konulara mercek tutuyor. Sanatçı aynı zamanda ‘Yeni Rönesans’ olarak tanımladığı yapıtlarında Avrupa’da yaşanan Rönesans’ın bağımsızlık, hümanizma, bilim gibi miras kavramlarını da kadın figürler üzerinden görünür kılıyor.

Veronese ile İtalya’nın bir komün kenti olan Biella’da doğan Cracking Art grubunu ve yeni Rönesans hareketini kadın ile çevre kavramları üzerinden konuştuk.

Son çalışmalarınız kadınlardan oluşuyor. Bu çalışmalara baktığımda yaşam ve ölüm dikotomisini net biçimde görüyorum. Bu resimler ne anlatmak istiyor? 

Yeni serim RenAIssance’ta yer alan ve şu anda Bartoux Galerisi’nde sergilenen Sonia, Nora, Judith, Donna ve Adelia gibi eserlerde kadınlara odaklanmam bilinçli bir tercihtir. Kadınlar, tarih boyunca varoluşun ikiliklerini simgelemiştir: yaratım ve yıkım, güç ve kırılganlık, yaşam ve ölüm. İnsan deneyimini sürdüren yenilenme döngülerini temsil ederler ve dünyamızı tanımlayan güzellik ile kırılganlığın derin etkileşimini yansıtırlar. Hayat ve ölüm arasındaki dikotomiye dair yorumunuz, bu eserlerin mesajıyla derinden örtüşüyor. Canlı dijital dokular ve zarif ışık oyunları Rönesans estetiğinin zamansız zarafetini çağdaş koşullarımızın keskin geçiciliğiyle yan yana getiriyor. Bu unsurlar sadece stilistik değil aynı zamanda felsefi bir anlam taşıyor: yaşamın güzelliğinin onun geçiciliğinden ayrılamayacağı gerçeğini kabul ediyor.

Marco Veronese

RenAIssance aracılığıyla geçmiş ile günümüz arasında bir köprü kurmayı, Rönesans’ın uyum, denge ve insan potansiyeline duyulan saygı gibi ideallerini çağımızın teknolojik ve varoluşsal sorularıyla diyalog haline getirmeyi amaçlıyorum. Bu kadınlar sadece birer figür değil aynı zamanda ilham perileridir; dönüşüm, dayanıklılık ve yenilenme gücüne sahip olan kadın enerjisinin zamansız etkisini hatırlatıyorlar. Ayrıca tablolar üzerinde kullanılan ‘Artırılmış Gerçeklik’ teknolojisi, kadın figürlerine hareket ve ses kazandırarak izleyici ile eser arasında bir bağ kuruyor ve binlerce yıllık gözlemci ile gözlemlenen arasındaki sessizliği kırıyor. Bu eserler için yazdığım şiirler ve felsefi metinler, kadın figürlerinin birer mesajcı olmasını sağlıyor. Yeni bir farkındalık ve maneviyatın habercisi bir kadın figüründen daha uygun kim olabilir ki? Bu eserler ortak insanlığımız üzerine düşünmeye, kırılganlıkta güç bulmaya, geçicide güzellik görmeye ve varoluşun anlamını kavramaya bir davettir.

Cracking Art’ın tüketim toplumuna ve çevre sorunlarına yönelik bir başkaldırı hareketi olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Cracking Art hareketi, sanatçılar olarak plastiğin yanlış kullanımıyla ortaya çıkabilecek potansiyel tehlikelerin farkındalığını temsil etmektedir. Joseph Beuys’tan sonra çevrenin korunmasını sanat dünyasında ele alan ilk kişiler biz olduk ve bugün dünya genelinde gerçekleştirdiğimiz 400’ün üzerinde enstalasyonla mesajımız gezegenin her köşesine ulaştı. Kolektifimiz, sentetik ile organik, kitle üretiminin tek kullanımlık kültürü ile doğanın kalıcı güzelliği arasındaki gerilime sanatsal bir yanıt olarak oluştu. Geri dönüştürülebilir plastik kullandık ve modern yaşamın yaratıcılık ve yenilikçiliğini ancak aynı zamanda atık ve çevresel etkilerini temsil eden bu malzemeyi benimsedik. Kentsel ortamlara yerleştirilen büyük ölçekli ve oldukça renkli hayvan heykelleri insanların doğaya dayattığı yapay sınırların kasıtlı bir eleştirisi niteliğindedir ve izleyicileri farklı bir gerçeklikle yüzleşmeye çağırır. Bu figürleri “ait olmadıkları” yerlere yerleştirerek bir kayıp hissi uyandırmayı ve harekete geçme çağrısı yapmayı amaçlıyoruz: Doğal dünyayı hatırlamak, saygı göstermek ve yeniden bağ kurmak. Hayvanlarımız eğlenceli ama bazen müdahaleci formlarıyla çevreyle olan ilişkimize ve geride bıraktığımız mirasa yeniden bakmamız gerektiğini hatırlatıyor. Yapaylıklarıyla gezegen üzerindeki etkilerimizi yansıtıyorlar; hem yok etme gücümüzü hem de yeniden onarma potansiyelimizi vurguluyorlar. Sanat yoluyla bu uçurumu kapatmayı ve insanlık ile doğanın birlikte varoluşunu yeniden tasavvur etmeyi ilham etmeyi amaçlıyoruz.

Les Galeries Bartoux 

Yaşadığımız çağı sanat, teknolojinin kullanımı ve toplumsal dönüşüm bakımından nasıl yorumlarsınız?  

Yaşadığımız çağ derin çelişkilerle tanımlanıyor; eşi benzeri görülmemiş teknolojik ilerlemeler, göç, iklim değişikliği ve insan emeğinin değersizleştirilmesi gibi küresel krizlerle bir arada var oluyor. Bu ikilik çalışmalarımı derinden etkiliyor. Sanatı hem düşünme hem de dönüşüm aracı, duygusal ile entelektüel, insan ile dijital arasında bir köprü olarak görüyorum. Amacım, teknolojinin karşı karşıya olduğumuz zorlukları daha da artırmak yerine çözmek için nasıl kullanılabileceğini keşfetmek. Sanatımda bu temalar genellikle metaforik olarak ortaya çıkıyor. Örneğin dijital araçlarla klasik estetiği yeniden yorumlamak, sonsuz ile çağdaş, gelenek ile yenilik arasındaki gerilimi yansıtıyor. Bu dünyamızdaki hızlı değişimlere uyum sağlarken insanlığımızı kaybetmeme gerekliliğine dair bir yorumdur. Göç, iklim krizi, savaşlar ve ekonomik krizler bireysel farkındalık eksikliğinin bir sonucudur ve bu durum kaçınılmaz olarak tüm canlılar arasındaki ilkel bağı ifade eden kolektif farkındalığın kaybına sebep olur. Resimlerimde sembolik bir dil kullanarak insanlık olarak içinde bulunduğumuz bu karmaşa halinin açtığı yaraları sarmaya çalışıyorum. Parçalanmış bir dünyada eski ile yeniyi, yerel ile küreseli, insan ile teknolojiyi birleştirerek birlik duygusu uyandırmayı umuyorum. Sanat, benim için hem zamanımızın bir aynası hem de bir eylem çağrısıdır.

Rönesans estetiğini dijital araçlarla yeniden yorumlama fikri nasıl gelişti?  

Bu fikir geçmişin zamansız güzelliği ile günümüzün teknolojik yenilikleri arasında bir köprü kurma arzusundan doğdu. Rönesans, sanat, bilim ve hümanizmin bir araya gelerek dünyayı algılama biçimimizi yeniden şekillendirdiği derin bir dönüşüm dönemiydi. İnsanlığın sınırlarını aşabileceğine ve büyük başarılara ulaşabileceğine olan inancı temsil ediyordu; bu inanç, özellikle hızla değişen teknolojik çağda oldukça anlamlı geliyor. Dijital araçları kullanarak bu ikonik dönemi yeniden üretmek, Rönesans ile günümüz arasındaki paralellikleri vurgulamayı amaçlıyor. Her iki dönem de çığır açan gelişmeler ve insan olmanın ne anlama geldiğine dair ortak bir sorgulamayla şekilleniyor. Çalışmalarım bu yankılara dikkat çekmeyi, güzellik, bilgi ve insan potansiyeli ideallerinin dijital bir çerçevede nasıl yeniden tasavvur edilebileceğini keşfetmeyi hedefliyor. Bu yaklaşım kültürel mirasıma duyduğum derin kişisel bağı da yansıtıyor. Rönesans, yalnızca sanatsal bir tarih dönemi değil, aynı zamanda İtalyan yaşamının manzaralarında, mimarisinde ve ethosunda yaşayan bir etki. İzleyicilerin hümanizmin kalıcı önemini düşünmelerini ve sanatın dijital çağımızın karmaşıklıklarında gezinirken bizi insan olarak tanımlayan zamansız ideallere nasıl kök salabileceğini sorgulamalarını istiyorum.

Eserlerinizde evrenselliği yakaladığınızı düşünüyor musunuz?  

Evrensellik benim için herkes tarafından aynı şekilde anlaşılan eserler yaratmak değil; kültürel, dilsel ve zamansal sınırları aşan duygular, sorular ve düşünceler uyandırmaktır. İnsan deneyiminin temelinde yatan, hepimizi birbirine bağlayan ortak bir öze dokunabilmekle ilgilidir. Evrensellik aynı zamanda bir yankılanma meselesidir. Eğer bir eser, Tokyo’daki ya da Türkiye’deki birini Venedik’te olduğu kadar derinden etkileyebiliyorsa farklı kültürlerde yaşam, güzellik ya da hayatın kırılganlığı üzerine bir düşünce kıvılcımı yaratabiliyorsa o zaman evrenselliğe doğru bir yolculukta olduğuma inanırım. Çalışmalarım genellikle yaşam, ölüm, yeniden doğuş ve teknolojinin gerçekliğimizi şekillendirmedeki rolü gibi derinden insani temaları ele alır. Bu temalar belirli bir zaman ya da mekâna bağlı değildir; bunlar kolektif yolculuğumuzun ortak hikâyeleridir. Ancak evrensellik net bir son noktası olan hedef değildir, sürekli bir arayıştır. Sanat da insanlık gibi evrilir. Amacım bölünmeleri aşan, içe dönük bir sorgulamayı teşvik eden ve birbirimize olan bağlılığımızı hatırlatan eserler yaratmaya devam etmektir.