Ülkenin iç tasarruf düzeyi istenilen büyüme hızını gerçekleştirmiyorsa, tasarrufların dış borçlanmayla desteklenmesi düşünülebilir. Ancak bu yola,...

Ülkenin iç tasarruf düzeyi istenilen büyüme hızını gerçekleştirmiyorsa, tasarrufların dış borçlanmayla desteklenmesi düşünülebilir. Ancak bu yola, geçici olmak koşuluyla başvurulmalıdır. Ekonominin dış borçla tetiklediği büyümenin devam ettirebilmesi için gerekli olan yatırımlar, iç tasarruflarla karşılanabilmeli ve artık dış borca gerek kalmamalıdır.

"Borç yiğidin kamçısıdır" deyimi de zaten bu anlama gelir. Aksi durumda, tasarruf katsayısı aynı düzeyde kalacak ve büyümeyi sürdürebilmek için dış borç gereksinimi çaresiz olarak devam edecektir. Oysa bu durum; siyasal nedenlerin yanı sıra, dış ödeme yükünü taşınmaz hale getirmesi açısından son derece sakıncalıdır. Böyle bir durumda, ortada ne yiğit ve yiğitlik kalır ne de kamçısı. Ne yazık ki, Türkiye ekonomisi de bu tür bir konuma hızla yaklaşmaktadır.

Dış borçlar önemli bir boyuta ulaşmıştır. 2002 yılında 129.7 milyar dolar olan dış borç stoku 2006 yılında 207.4 milyar dolara yükselmiştir. Borçların çevrilebilirliği açısından beklenti, borç stoku artarken kısa vadeli borçların payının giderek azalmasıdır. Görülüyor ki, anılan dönemde bu beklenti gerçekleşmemektedir. Kısa vadeli borçların payı 2002 yılında yüzde 12.7 iken, 2006 yılında yüzde 20.3'e yükselmiştir.

Ancak bu durum, yine de önemli bir risk oluşturmamaktadır. Çünkü, orta-uzun vadeli borçların payı göreli olarak oldukça yüksektir. Dolayısıyla böyle bir vade yapısında, borçların çevrilebilirliğinde bir güçlük söz konusu değildir. Ancak stok düzeyinin çok yüksek olması, dış borç ana parasının döndürülebilme-sini biraz zorlamaktadır. Vadesi gelen kredilerin yenilenmesinde güçlük çıktığında, ana paranın döndürülebilmesi riske girebilir. Ancak, faizleri düzenli karşılayabilen bir borçlu ülkenin normal koşullarda ana paranın yenilenmesinde de güçlükle karşılaşmaması gerekir. 2007 yılında Türkiye'nin durumu böyledir ve alacaklıların, öncelikle de uluslararası fi-nans çevrelerinin kasıtlı bir saldırısına maruz kalmadıkça, Türkiye'nin bir dış borç kriziyle karşı karşıya kalması söz konusu değildir.

Ancak sorun yaratmıyor gibi gözüken bu tablo, bir başka olumsuz gelişmeyle bir hayli kararmaktadır. Bu olumsuz gelişme, kriz öncesinde kamu ağırlıklı olan dış borç yapısının giderek özel sektör ağırlıklı hale gelmesidir. Ayrıca kısa vadeli dış borçların neredeyse tümüne yakını özel sektör tarafından gerçekleştirilmektedir. Özel sektörün dış borçlarının payı 2002 yılında yüzde 34 iken, 2006 yılında yüzde 58.8'e ulaşmıştır). Bunda Merkez Bankası tarafından ısrarla uygulanan, IMF destekli "yüksek faiz, ucuz döviz" politikasının büyük bir rolü vardır.

Bu politika devam ettiği sürece- ki devam edeceği anlaşılıyor- özel sektörün dışardan borçlanmaya devam edeceği açıktır. Asya krizi ve Arjantin örneklerinden de görüleceği üzere kısa sürede dış borcu hızla artan gelişmekte olan ülkeler büyük sorunlar yaşayabiliyorlar. Nitekim Nobel ödüllü Stiglitz, "Making Globalization Work" adlı çalışmasında bu konuya dikkat çekiyor ve dış borcu hızla artan ülkelerde, özel sektörün ani bir devalüasyonda nasıl zor bir durumda kaldığını ülkelerden örnekler vererek sergiliyor.

Umarız bu olumsuz örnekler, Türkiye ekonomisi için uyarıcı olur.