Son günlerin gelişmeleri, ülkenin dış politikasının dönüşü olmayan bir yola girmekte olduğunu gösteriyor.

Bu köklü değişimin göstergelerinden biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa Cumhurbaşkanına yönelik konuşması, diğeri de Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin kopma noktasına gelmiş olmasıdır.

İslam adına

AKP iktidarı, yıllardır ve giderek artan bir biçimde Türkiye’nin bir İslam ülkesi olduğunu vurguluyordu. Ancak son zamanlarda bu konuda niteliksel bir değişim yaşanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Ekim günü:

“Müslümanlara saldırmak, Avrupalı siyasetçilerin başarısızlıklarını örtmek için kullandıkları bir yöntem haline gelmiştir. İç siyasette sıkışan, dış politikada çuvallayan liderler İslam’ı hedef göstererek kifayetsizliğini gizlemeye çalışıyor. Bu isme son olarak Macron katılmıştır. ‘İslam krizde’ açıklaması açık bir provokasyondur. Fransız devlet başkanı olarak, İslam’ın yapılandırılmasından bahsetmesi hadsizliktir, edepsizliktir”.

Bu sözlerin önemli ve tartışma götürmez bir özelliği var: Bu sözler “İslam adına” söyleniyor. Burada birkaç gerçeğin altı çizilmelidir.

Önce, İslam’ın krizde olup olmadığı ve yeniden yapılandırılması konusunda İslam adına söz söyleyecek bir örgüt, 57 ülkeden oluşan ve 1969’dan bu yana faaliyette bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) var. İslam’a yönelik saldırıları göğüslemek öncelikle bu örgütün görevi olmalıydı.

Sonra, Eylül ortalarında, Mısır ve Ürdün’den sonra Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn de İsrail ile üstelik Beyaz Saray’da “İbrahim Anlaşmaları” denilen dostluk anlaşmaları imzaladılar. Törende, daha önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden ABD Başkanı Trump, bu sayının daha da artacağını açıkladı. Türkiye dış politikası, o kadar yanlış ki 3 Kasım’da seçimleri kaybedeceği neredeyse kesin olan İsrail militanı Trump’ı açıkça destekliyor; seçilme olasılığı yüksek rakibi Biden’i düşman ilan ediyor.

Üçüncü olumsuzluk, geçmişte kralını görülmedik törenlerle ağırlayan AKP iktidarına Suudi Arabistan’ın yaptığıdır: Bu ülke geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin ihraç ürünlerini boykot ettiğini açıkladı.

Kısaca, T.C. Cumhurbaşkanı’nın İslam adına konuşmasının ne nesnel ne de hukuksal bir dayanağı var. Bu durumda birileri Erdoğan’ın kendi sözlerinde küçük bir değişiklik yaparak şöyle derse ne olacak?

“İç siyasette sıkışan, dış politikada çuvallayan Erdoğan İslam’ı kullanarak kifayetsizliğini gizlemeye çalışıyor!”

AB’ye veda

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri kopma noktasına doğru gidiyor.

Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi-AİHM kararlarına uymama ısrarı başta olmak üzere yaşanan olumsuzluklara her gün yenileri ekleniyor.

Geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği Komisyonu 2020 İlerleme Raporunu yayımladı. Dengeli bir yaklaşım sergileyen raporda, bir taraftan “demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü ve temel özgürlüklere saygı alanında gerileme olduğu”, görüşü dile getirilirken, diğer taraftan da Türkiye’nin özellikle göçmen siyaseti büyük övgü alıyor. Buna karşın, rapor, Dışişleri Bakanlığı’nın “şiddetli” tepkisine neden oluyor.

Bilindiği gibi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB üyesi olarak Birliğin kararlarında belirleyicidir. Hafta ortasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Ankara’dan açıklanan tek taraflı bir kararla 46 yıldır kapalı tutulan Maraş’ı açması, KKTC’nin iç siyasetine çok yanlış bir biçime karışmanın ötesinde Türkiye’yi AB’den daha da uzaklaştıracaktır.

Dış siyaset, AB’den uzaklaşma ile İslam’ın sözcülüğünün birlikte yürüdüğü, dönüşü olmayacak bir yola sokuluyor.

Bu gidişe karşı çıkabilecek tüm kurumsal, siyasal ve toplumsal yapılar iktidarın ağır baskısı altındadır. Ne yazık ki dış siyasette de yıllardır AKP benzeri bir tutum sergileyen Kılıçdaroğlu CHP’si de Cumhuriyet’in tüm komşularla barışçı dış politikasını günümüzün koşullarında güncelleştirerek bu çok tehlikeli gidişe karşı çıkamıyor.

Bilinmelidir ki, dış siyasetteki bu köklü dönüşüm, Türkiye’yi daha da yalnızlaştırır ve çatışmaların bataklığına sürükler.