Dışarıdan içeriye mektuplar: Devasa bir içeri olarak dışarı
Bize yaşattığı onca acıya rağmen, iktidarın Gezi’ye olan kini de dinmiyor. Hatta buna kin demek eksik kalıyor. Neresinden bakarsak karanlık bir zihnin tezahürü önümüze seriliyor.

Deniz YAVUZYILMAZ - CHP Genel Başkan Yardımcısı, Zonguldak Milletvekili
Ben de oradaydım, hepimiz gibi… Ben de herkes gibi ülkenin iktidar tarafından sürüklendiği karanlıktan rahatsızdım. Ne acı ki, haklı çıktık… Karanlık büyüdü, insanlar artık daha az özgür daha çok yoksul. Ve siz de bu olanlara hapishaneden, içeriden bakıyor içerleniyorsunuz. İçeriden dışarıya bakıp içerlemenin hüznünü tahmin bile edemiyorum… Ancak Geziciler olarak ektiğimiz umut tohumlarının her şeye rağmen yeşermeye devam ettiğini bilmek, belki hüznünüzü bir nebze hafifletir.
Her şeye muktedir olup hiçbir şeyden sorumlu olmayanlar sizleri pervasızca suçlamaya, içerde tutmaya devam ediyor. Sizlere kinleri hâlâ geçmemiş. Tabii bizlere, yani hepimize de… Kendi acziyetlerini kabullenme olgunluğuna sahip olmayanlar, ülkenin yaşam koşullarını her gün daha fazla kötüye götürenler, kendi sorumluluklarını, yarattıkları düşmanlar olarak Gezicilere yüklemeye çalışıyor.
Ne istiyorduk biz, Gezi Direnişi’ne katılanlar? Türkiye’nin yeşili artık daha fazla boğulmasın, ülke betona gömülmesin, insanlar özgürce yaşayabilsin, düşünce ve ifade özgürlüğü tam manasıyla sağlansın… Kendi yurdumuzda insanca yaşamak istiyorduk.
***
Demokrasiyi çoğunluğun tahakkümü olarak algılayan bir zihniyetin karşısına, çoğulcu bir demokrasiyle, gençliğin o rengârenk çok sesliliğiyle çıktık. Bu ülke, bu topraklar, bu ağaçlar, bu sokaklar hepimizindi çünkü. İktidar, duygularını ve düşüncelerini hamasetle manipüle edebildiği kesimlerin desteğini arkasına almayı yeterli görerek çoğunlukçu bir anlayışla, toplumumuzun zararına olup olmadığını umursamadan, dilediği her şeyi sorgusuz sualsiz ve en ufak bir itirazla karşılaşmadan yapmak istiyordu. Biz de doğal olarak dedik ki, “Bu ülke sadece sizin değil, bu ülke hepimizin!”
Elbette iktidar bundan hoşnut değildi. Onun karşısına çıkmaya, ona “Hayır” demeye nasıl cüret edebilirdik! Haliyle suçlamalar, düşmanlaştırmalar, “Yüzde elliyi zor tutuyorum!” diyerek bizi birbirimize düşman ettirmeye çalışmalar, hayal gücünü zorlayan iftiralar ve topluma hizmet etmesi gereken kolluk kuvvetlerini itirazları sindirmek için araçsallaştırmalar peş peşe geldi. Ardı arkası kesilmeyen baskıların ardından canlarımızı kaybettik. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik ve Berkin Elvan…
Yitirdiğimiz canlarımızın acısı her geçen yıl daha da artıyor. Bize yaşattığı onca acıya rağmen, iktidarın Gezi’ye olan kini de dinmiyor. Hatta buna kin demek eksik kalıyor. İktidar, sebep olduğu ekonomik kriz içinde, uyguladığı berbat politikalar nedeniyle, halkı bile isteye yoksullaştırırken manipüle ederek desteğini aldığı vatandaşların dikkatini başka yönlere çekmek için Gezi’yi kullanıyor. Neresinden bakarsak karanlık bir zihnin tezahürü önümüze seriliyor.
***
Gezi’de her neye itiraz ettiysek, hangi konuda iktidarı uyardıysak, maalesef şimdi ülkece bunları yaşıyoruz. İktidara yakın olup da doymak bilmeyen şirketler, bizzat iktidarın kanatları altında doğamızı katletmeye devam ediyor. Gazetecilerin üzerindeki baskılar artık çok daha artmış durumda. İktidar hiçbir eleştiriye tahammül edemiyor. Yoksulluk arttı. Türkiye’deki ayrıcalıklı bir azınlık dışında vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu asgari ücretle asgari bir yaşama mahkûm edildi. Yıllarca alın teriyle çalışmış emeklilerimize ise asgari ücret dahi layık görülmüyor. Gıda krizi, barınma krizi, enerji krizlerimiz var artık. İmkân bulur bulmaz ülkeyi terk ediyor gençler. Kalanlarsa nasıl geçineceğini, yarın başına ne geleceğini kestiremiyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığından beri, kadınların yaşam hakkı üzerindeki ihlaller daha da arttı. İktidarsa bu ihlalleri öylece izlemekle yetinip, caydırıcı bir önlem alma zahmetine girmiyor. Kim bilir, “kadına yalnızca anne olmak, evde kocasına hizmet etmek” dışında bir rol biçmediğinden, belki de “kadınsız sokaklardan” içten içe hoşnut oluyor... Sokaklarımız ne yazık ki kadınlar, çocuklar ve can dostlarımız hayvanlar için iyice tehlikeli hale gelmiş durumda.
Dahası da var. Siz içerdeyken sayısız felaket geldi başımıza. Ve elbette iktidar bunların hiçbirinde sorumluluk üstlenmedi. 2023’te, 6 Şubat depremlerinde “resmî açıklamaya göre” 50 binin üzerinde insanımızı kaybettik. İnsanlar göçük altında günlerce yapayalnız bırakıldı. Özel hastanelerde “Yenidoğan Çetesi” dehşetiyle karşılaştık. İktidarın talan izni verip, bir de üstüne denetimsiz bıraktığı, açgözlülükle yandaş şirketler tarafından açılan madenlerde, nice madencimizi kaybettik. Son olarak, bir otel yangınında yetmiş sekiz insanımız çok acı biçimde hayatlarını kaybetti. Tahmin edeceğiniz üzere, yine iktidar tarafından hiçbir sorumluluk üstlenilmedi, hiç kimse istifa etmedi, ya da hiç kimse “görevden affını” istemedi.
Anlayacağınız, başımıza ne geldiyse iktidar her seferinde hiçbir sorumluluk almadan, hiçbir bedel ödemeden yoluna devam etti. Etmeye de devam ediyor…
***
Tüm bunları sizi daha fazla üzmek için anlatmadım. Dışarının da iktidar tarafından bir tür içeriye dönüştürüldüğünü; içerinin kapsamının iktidar tarafından dışarı olana, tüm ülke sathına kadar genişletildiğini resmetmek için anlattım. Yani yalnız değilsiniz, aslında biz de içerideyiz. Sadece içerinin farklı bölümlerinde bulunuyoruz. Demir parmaklıkları iktidar örüyor. Duvarların boyunu her geçen gün yükseltiyor. Kapıları yine o tutuyor.
Sadece bu manzarayı anlatmakla da yetinmeyeceğim. İktidar Gezi’yi unutmuyor ama biz de unutmuyoruz. Unutmamamızı en başta iktidarın uygulamaları sağlıyor. Neredeyse her adımında gezicilerin itirazlarında ne kadar haklı olduğunu kanıtlıyor. Dahası, insanları da kazanıyoruz git gide. AKP’nin maya perdesi her geçen gün biraz daha aralanıyor. Geçmişte ona inanan vatandaşlar da iktidarın hepimize nasıl zarar verdiğini görmeye başladı. Sizin içeride ektiğiniz umut tohumlarını biz dışarıda büyütüyoruz. Sayımız, engelleyemeyecekleri şekilde artıyor.
Evet, zulüm artıyor. Zulüm arttıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür insanları olarak bizler, saflarımızı sıklaştırıyor, iktidarın tüm öfkesine karşı adil, özgür ve müreffeh bir Türkiye’yi yeniden kurmak için omuz omuza vermeye, mücadele etmeye devam ediyoruz. Müsterih olun, elbet o demir parmaklıkları hep birlikte söküp atacağız. Elbet tüm içerileri dışarı kılacağız. Elbet adaleti hep birlikte yeniden getireceğiz Türkiye’ye. Ve bizim mirasımız da uğradığımız tüm haksızlıklara rağmen, o özlemle var etmeye çalıştığımız özgür ülkenin, özgür evlatları olacak!
En kısa zamanda, tüm ülke olarak hep birlikte özgürlüğümüze kavuşmak dileğiyle…