Siz bu karartmaya karşı aydınlığın, geriye karşı ilerinin, bencillik yerine dayanışmanın, biat yerine itirazın, tek adam rejimine karşı çoğulculuğun, özgürlüğün, demokrasinin ve ülkemizi düşünmenin bedelini ödüyorsunuz şimdi hepimizin yerine.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Gezi diye bir rüya!

Sevgili Geziciler,

Hem size mektup yazayım hem de yeni ve umutlu bir yıl olarak, öyle ya hem Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılı hem de Gezi Direnişi’mizin 10’uncu yılı, 2023’ü kutlayayım diye düşünürken daha, dizeler üşüşüverdi aklıma. Sennur Sezer’den Ülkü Tamer’e, Nazım Hikmet’ten Arkadaş Z. Özger’e, hepsi birbirinden içli, hepsi direnişten sevinçli, hepsi “güneşin sofrası”nda, Cemal Süreya’nın düşlediği gibi “cemi cümle bir sofrada/muhannetlik kalmayana” diyen, dileyen dizeler.


Hepsini okuyarak yeryüzünü sevdik, hepsine uyarak bu ülkeye gönül verdik ve hepsinin oluruyla sizlere Ahmed Arif’in dizeleriyle seslendik: “Rüya bütün çektiğimiz /Rüya kahrım rüya zindan/Nasıl da yılları buldu/Bir mısra boyu maceram/Bilmezler nasıl aradık birbirimizi/Bilmezler nasıl sevdik...” Şiirle müziğin eşsiz uyumlarından biridir bilirsiniz, Fikret Kızılok ne güzel yorumlar bu şiiri.

Gezi bir rüyaydı ve sizin çektiğiniz de bu rüya hatırına! Çok sevdiğimiz şair arkadaşımız Birhan Keskin de bu rüyaya, Gezi’ye, size şu şahane dizesiyle selam yolluyor: “Serin bir rüyanın hatırınadır çektiğim dünya ağrısı”

Gezi diye bir ülke, Gezi diye bir rüya, Gezi diye bir nefes, Gezi diye bir yolculuk... Ne kadar güzel şey varsa güne ve geleceğe ait, biraz da Gezi’nin hatırınadır. Gülten Akın’ın polis tarafından dövülerek öldürülen genç gazeteci Metin Göktepe anısına yazdığı “Anneler İlahisi”nde dediği gibidir: “Saklı tuttun o insanı insana bağlayan güvenci”. İnsanı insana bağlayan, insanı doğaya bağlayan, yaşama, özgürlüğe, eşitliğe, adalete, iyiliğe, direnmeye, anlamaya, paylaşmaya bağlayan o güvencin adıdır, mekanıdır, parkıdır, rüyasıdır Gezi.

“Siz rüya görüyorsunuz!” diyorlar, “Haklısınız, biz rüya görüyoruz!” Rüyasız güne, aşa, işe, aşka, arkadaşlığa, yaşama başlanır mı? Rüyasız, gözler kurumaz yalnızca, gönüller de kurur, kalpler de! Demek ki bize bunları söyleyenlerin, “rüyada yaşıyorsunuz” diyenlerin kalpleri bundan kuruymuş, ne doğaya, ne hayvana, ne insana acımayışları, kutsal dedikleri bir dava adına ülkeyi talan, yalan, yangın üçgenine çevirmeleri, kendilerinden olmayanlara, biat ve itaat etmeyenlere ülkeyi zindan etmeleri, mağdurluktan mağrurluğa hızla yükselişleri, “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” sözünü bile unutmaları, güce tapınmaları, üstadları Necip Fazıl’ın vasiyeti olan “Başyücelik Devleti”ni kurmaya çalışırken, laik ve özgür yurttaşlık bilincini yok edip, yerine bir sadaka toplumu yaratmaya çalışmaları, ‘kalplerinin mühürlü’ olduğu gibi ‘gözlerinin de mühürlü’ olmasından, rüyasız kalmalarındanmış!

Bizim artık bir rüyamız var. Rüya görmek, uyanmanın başlangıcıdır. İnsanın güne doğmasıdır. Gezi, “gün doğdu hep uyandık” şarkımızın rüyasıdır. Ağaçların rüyası, otların rüyası, börtüböceğin, kedinin köpeğin, kuşların, çocukların, gençlerin, “şimdi ıssız ovalarda” yanan ateşin, kimsesizlerin, mülksüzlerin, yoksulların, işçilerin, emekçilerin sıcacık rüyası. O rüyayı gördüğümüz günden beri gözlerimiz açık, gönlümüz de, gökyüzü de, her şey daha açık. Olabiliyormuş. Bambaşka gözlerle aynı rüya görülebiliyormuş. “Rüyalarda buluşuruz” şarkısı boşuna değilmiş!

Rüyanın, uyanık olmanın, açıklığın, birlikteliğin, dayanışmanın, itirazın şarkısı var, şiiri var, şenliği var, bunlar rüyanın nefes alma hali, kuşlar gibi hafif, yapraklar gibi şeffaf hali, güzel hali. Bir de bedel hali var ne yazık ki, beter bedel hali üstelik. Ucunda ölüm olan bir bedel. Çocuklarımızı öldürdüler, Berkin’den Ali İsmail’e, Ethem’den Mehmet’e 8 çocuğumuzu katlettiler. Rüyası taptaze, gözlerini henüz açmış çocuklarımızdı ki onlar “şan verdiler ortalığa!”

Nazım Hikmet “Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri”nin 26 Eylül 1945 tarihini taşıyan bölümünde, “Bizi esir ettiler/bizi hapse attılar,/beni duvarların içinde/seni duvarların dışında/.../Ufak iş bizimkisi/asıl en kötüsü/bilerek bilmeyerek/hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması...” der.

Karanlık da bir hapishanedir. Zihinlerin kararması, düşüncenin kararması, inançların kararması, devletin yurttaşlara baskısı kadar insanın insana zulmetmesi, yaşam hakkı tanımaması, en önemlisi de kız çocuklarına, genç kızlara, kadınlara dayatılan yasaklar ve kısıtlamalarla özgürlük alanlarının daraltılması, onlar için gökyüzünün daha erken kararması...

Siz bu karartmaya karşı aydınlığın, geriye karşı ilerinin, bencillik, nemelazımcılık yerine fedakarlığın, dayanışmanın, biat ve itaat yerine itirazın, tek adam rejimine ve düşüncesine karşı çoğulculuğun, özgürlüğün, demokrasinin ve ülkemizi düşünmenin bedelini ödüyorsunuz şimdi hepimizin yerine.
Hepimiz oradaydık, hepimiz Gezi’deydik, hepimiz Geziciyiz. Özgür günlerimizin uzak olmaması umuduyla, Mücella, Çiğdem, Mine, Hakan, Can, Tayfun hepinize ayrı ayrı gönül selamıyla teşekkür ederim. Düşüncelerinden ötürü tutuklanan, rehin alınan Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Şebnem Korur Fincancı ve ikisi de has şairler olan, 28 yıldır mahpus İlhan Sami Çomak ile 26 yıldır mahpus Cengiz Sinan Çelik’e ve tüm gazetecilere, ‘düşünce suçlu’larına da çok selam ederim. Yeni yılda Gezicilerle birlikte tüm tutukluların, ülkemizle birlikte adalete, insan haklarına, özgürlüklerine kavuşmasını dilerim.