Mustafa’nın oğlu, Apo’nun yeğeni Can, Nadire’yle Tayfun’un kızı Çiğdem, hele kankam Mücella, burnumda tütüyorsunuz vallahi.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Haklı değil, doğru kazanacak

Orhan Alkaya

Çok yakınlarım, az da olsa tanıdıklarım, hiç tanımadığım yakınlarım, Themis’le birlikte tutuklu ve hükümlü olan canlarım; dışarıda olup biteni izlediğinizi biliyorum, bir de ben bahsedip iyice ekşitmeyeyim ağzınızın tadını. İster neo patrimonial sultanizm deyin, ister boru gibi otokrasi, dörtnala gelip uzak Asya’dan memleket sathı mailine bir koçbaşı gibi dalmaya çalışan totalitarizm deyin isterseniz, vaziyet şimdilik bu.


Bu arada uzun zaman üzerine eylül gibi bir eylül geldi de geçti. “Ne güzel yürürdük şimdi” diyedururken nemlenen gözlerimin kabahatini, ince bahar rüzgârına yıkmaktan da alıkoyamıyorum kendimi. Canım Mine, gelsen de iddialaşmaya devam etsen, atkestanesiz yollarda! Pek özledim bir tanem.
Mustafa’nın oğlu, Apo’nun yeğeni Can, Nadire’yle Tayfun’un kızı Çiğdem, hele kankam Mücella, burnumda tütüyorsunuz vallahi. Şakayı bile ciddiye alacak kertede berrak vicdanlı Osman hele… Kayın ağacına tıklayıp Hrant’ı düşünüyorum, onu bir daha hiç göremeyeceğim, havsalam ve rü’yalarım haricinde. Osman’la oysa pek yakında kucaklaşacağımdan mek parmak kuşkum yok. Tayfun’la tanışmışlığımız var, Altınay’la sanmıyorum ve sanki ikisi de kırk yıllık dostlarım…

Aysel’in maruz bırakıldığı zulüm içimi dağlıyor, dahası, pırıltılı aklının onu ihmal etmesindeki hayırsızlığı, tıpkı Naci Abi’deki (Fethi Naci) gibi bağışlamam ne mümkün. Selahattin’le arada haberleşiyoruz –daha dün, onu “amasız” destekleyen bir metni imzaladım. Başak’la gönderdiğim selam da ulaşmıştır nasılsa. Doktor Mızraklı’yla bir kez, kritik bir toplantıda tanışmıştık. Türkçeyi bu kadar mükemmel kullanan az Türkiyeli insana rastladım, sesini tekrar duymayı ne çok isterim.

Yakın zamanda tamamladığım şiirlerden bir tanesinde şöyle yazdımdı:

“el aldıklarımın elini veriyorum, yaşlanıyor muyum yoksa
arastadan uzak duruyorum, Çarşı’yı mı özlüyorum kim bilir
ben bilmiyorsam kim nasıl bilebilir, komünümü arıyorum
Chant du Depart gökkuşağının yeni rengi Paris’te; duman
Duman olalı böyle yakışmamıştı şehrimin fiyakalı Gezi’sine”

Pseudo adalet artık belli mülklerin temeli, memalikin asla değil. Gezi direnişi esnasında temayüz eden toplumsal dayanışma vicdanı, öylesine kriminalize edildi ki, erkegemen devlet aygıtının müfteriyâne arsızlıkları, hepimize yolun rotasını da gösterdi. Bu daha başlangıçtı ve bizim seçilen insanlarımız da başlangıç nöbetine duruyorlar.

Aileden ve bizzat hukuka değmişliğim var, o yüzden apaçık söyleyeceğim, tamamını –ma’lesef- okuduğum Gezi iddianamesi, tepeden tırnağa hukuk ucubesi sayılmak gerekir. İçtihadsız içtihad mı desem, kanaat suiistimali mi, pek de önemi yok aslında, hukuk mekteplerinde, emsal teşkil etmemesi gereken niyet falcılığı olarak derslerde, en azından 1’inci sınıf derslerinde okutulacaktır diye düşünüyor ve umuyorum.

Derkenarında, babası Proleter Şoför nâm Yalkın’ın cenazesine bir manga asker muhasarasında getirilen Mine’nin hafızası da işlenmeli. Tıpkı, annesinin cenazesine nebbaşlarca saldırılan Aysel’in hikâyesi gibi…

Bu sene, 12 Eylül için yapılan bir röportajda, “O zaman mı şimdi mi daha kötü koşullar?” gibi bir soru sormuştu röportör arkadaşımız; “Bana faşizmlerden faşizm beğenme seçeneği sunmayın” demiştim. Elbette çok farklı koşullar. Mesela o zaman idam cezası vardı… Şimdilerde hortlayan ağır işkence o zaman en üst level’daydı… ya da mesela o zamanki hâkim ve savcılar, daha fazla hâkim ve savcıydı, hukukçuydu…

Sebahat’ın, Gültan’ın, Baluken’in, İleri’nin, Kulelili, Harp Okullu öğrencilerin hikâyeleri istemesek de bitişiyor. Birine yaban kalan, tümüne uzak düşer çünkü.

Konformizm, konfor düşkünlüğü demek değildir, koşulsuz uzlaşmacılık, itaatkârlıktır. Kavramlar değe değe akraba olur ve tiksinirler akrabalarından.
Ve herkes şunu iyice bellemeli ki, yakınlarınızla yetinmeden, herkesin, size en uzak klandakiler de dahil, meşru haklarını savunabiliyorsanız, o zaman ancak bir hak savunucusu olabilirsiniz. Bilinebilen en zor meslektir hak savunuculuğu. Çünkü “ama”sızlık gerektirir. İki ama bir hakkı siler. Mahalle mahalle olalı, öte geçeliye sıcak bakmamıştır.

Haklılıktan medet ummadığımızı herkes bilsin. Çünkü önünde sonunda herkes –bir yerde- haklıdır.

Herkesin haklı olduğu yerde doğru olmaktır esas olan.

Hepinizi hasretle kucaklıyorum.