Dışarıdan içeriye mektuplar: ‘Hocam artık Gezi’yi görmedik diye hayıflanmazsınız’
Bugünlerde en zoru olan biteni oradan izlemek, katılamamaktır herhalde, ama hiç üzülmeyin sizin neden orada olduğunuzu bu gençlere anlattık, ama bu kadarını başaramadık. Çağlayan’da bekleyen aileler evlatlarıyla gurur duyuyor. Size yapıştırılan her yafta biber gazı dumanlarına karıştı, üstünüze atılan her “suç” iktidar medyası yalanları gibi dağılıp un ufak oldu.

Prof. Dr. Ceren Sözeri - Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Sevgili dostlar,
Sizlerle yakından tanışmıyoruz, BirGün gazetesinden arkadaşlar arayıp dışarıda, üniversitelerde neler olup bittiğini size anlatmamı istediler, bu fikir bana çok iyi geldi. Sizler zaten takip ediyorsunuzdur ancak ben size biraz kampüslerde, eylemlerde neler olup bittiğinden, neler konuşulduğundan bahsedeyim. Alışkanlık olmuş bizde, toplumsal hareketlerden bahsederken, sosyal medyayı konuşurken, alternatif haber mecralarından örnek gösterirken yıllardır Gezi’de olup bitenlere referans veriyoruz. Hem güzel örneklerin bolluğundan hem de bildiğimizden, deneyimlediğimizden. Kısacası hepimiz orada olduğumuzdan.
Son yıllarda hep benzer cevaplar geliyor ‘Hocam biz çok küçüktük’, ‘Bir sefer annem/babam götürmüştü’… Zaman ne çabuk geçiyor.
Sendika olarak okulun bahçesine bir masa kurduk bu hafta, öğrencilerle sohbet ediyoruz, birbirimize moral ve taktik veriyoruz. Bir öğrenci geldi sohbetin sonunda dedi ki “Hocam artık Gezi’yi görmedik diye hayıflanmazsınız. Bakın biz de mücadele ediyoruz.” Gülüştük hep birlikte ama içimizden zamanında hep birlikte ektiğimiz tohumların filizlenmesini görmenin mutluluğunu, gururunu yaşadık. Görseniz herkes birbirine nasıl nazik, gözlerinin içi gülüyor, kantinde birbirine sıra vermeler, masa birleştirmeler, kıkırdaşmalar… Ne kadar da tanıdık bizler için.
***
Biraz geriye gideyim geçen çarşamba diploma iptali ve ardından Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması herkeste şok etkisi yaratmışken okula gittiğimizde kendimize geldik. Yüzlerce öğrenci toplanmış, bu haksızlığa karşı nasıl itiraz edeceklerini tartışmaya başlamıştı. Her üniversitede bu forumlar çoğaldı. Farklı üniversitelerden öğrenciler güçlerini birleştirdi, sokakları doldurdu. Ertesi gün yine bir araya gelip birbirleriyle deneyimlerini paylaştı, taleplerini tartıştı, sonra akşam yine eyleme… Olan biteni ekran başında izleyenlerin uykuları kaçarken sokağa çıkanların umutsuzluğa pek vakti olmadı.
Her şey çok güllük gülistanlıkmış gibi anlattığıma bakmayın. Anayasayla kendilerine tanınan protesto haklarını kullandıkları için genç arkadaşlarımızdan polis şiddetine maruz kalan çok oldu, plastik mermiyle yaralandılar, yakın mesafeden biber gazına maruz kaldılar, gözaltına alındılar, tutuklandılar. Bu arada bilmeyenler Ali İsmail Kormaz’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Abdullah Cömert’i, Ethem Sarısülük’ü, Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı öğrendi. Cesurlar, korkmuyorlar. İçinde yaşadıkları koşullardan daha kötü değil bu başlarına gelenler. “Ne olacak ki?” “Şu halimizden daha kötü ne olabilir ki?” sık duyduğum cümleler.
***
Sokaklarda, meydanlara, kılık kıyafetlerine, taşıdıkları dövizlere, attıkları sloganlara bakıp onları analiz etme çabaları var. Bu zamana dek tümünü Z kuşağı diye adlandırıp bir torbaya doldurmak ne kadar yanlışsa kim olduklarını tarif etmek için de o kadar erken. Örgütlü üniversite öğrencileri de var, örgütsüzler de; üniversiteye girsek ne olacak diye düşünen liseliler de; güvencesiz işçiler de var, işsizler de… Meydanların neresinden baksanız farklı genç tipleri görmeniz olası. Ama ilk ateşi yakanın İstanbul Üniversitesi öğrencileri olduğunu da unutmamak lazım. Biz Gezi’deki taleplerimizi, işçinin, emekçinin talepleriyle birleştirip büyütememiştik. Bu sefer talepler farklı, gençler ellerinden alınan geleceklerini geri istiyorlar, değiştirme iradelerinin gasp edilmesine öfkeliler. Bu onları birleştiriyor. “…mezun olunca yüzbinlerce işsizden biriyim, fotokopicide aylığı 18 bin liraya sabah 8’den akşam 8’e kadar fotokopi çekiyorum. Korkuyorum ya, geleceğimden korkuyorum. Parasızlıktan değil ömrümü böyle geçirmekten, yabancı bir ülkeye gitmek zorunda bırakılıp orada üç kuruşluk işçi olmaktan…” diyor Aposto’da Ayça Örer’e konuşan bir öğrenci. “Vallahi ben burada yedisinden yetmişini her türlü insanı gördüm. Ben ilk defa bu kadar insan çeşitliliği gördüm Türkiye’de. Hani normalde bir Türk tipi vardır ya, burada o yok. Herkes pırlanta gibi, herkes hürriyeti ve demokrasiyi savunmak için burada” diyor kendisini milliyetçi olarak tarif eden bir genç Evrensel gazetesinden Uğur Zengin’e. İçeride yaşadığınız zorluklarla nasıl mücadele ettiğinizi anlattığınız yazıların hepsini okudum, gücünüzden güç aldık. Bugünlerde en zoru olan biteni oradan izlemek, katılamamaktır herhalde, ama hiç üzülmeyin sizin neden orada olduğunuzu bu gençlere anlattık, ama bu kadarını başaramadık. Çağlayan’da bekleyen aileler evlatlarıyla gurur duyuyor. Size yapıştırılan her yafta biber gazı dumanlarına karıştı, üstünüze atılan her “suç” iktidar medyası yalanları gibi dağılıp un ufak oldu. “Camide içki içtiler” yalanı bile yeniden denendi, tutmadı. Meydanlarda, sosyal medyada Selçuk Kozağaçlı’nın “güvenlik yok, iş yok, gelecek yok, hukuk yok, anayasa yok, yaşıyoruz. Bu yaşamak çok kutsal, öyle mi? Öyle değil. Yaşamın kendisi değil kutsal olan. Kutsal olan adil bir yaşam, kutsal olan onurlu bir yaşam, kutsal olan güvenli bir yaşam” sözleri yankılanıyor. Sözün özü, buraları merak etmeyin, sizi sevgiyle kucaklayan binlerce genç var, yakında meydanlarda görüşmek dileğiyle…