Duruşunuz feyzdir hepimize. Hayalimizdeki gün geldiğinde öyle bir yaşam kurmalıyız ki sizden, sizsiz kalan bizden, Ege'den, Vera'dan ve tüm sevdiklerinizden çalınan tüm günleri yerine hızlıca koyarcasına, tek bir anı ziyan etmeden.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Hoşça kal Calimeroluk
İllüstrasyon: Tarık Tolunay

AYŞEN ŞAHİN

Mektup yazarken önce hal-hatır sorar, sonra kendinden haber eder insan, özlemler ve selamlarla kapanır sayfa.

Bu yüzden kalem zorlanıyor dışarıdan içeriye yazarken. Ya kazara satır arası bir can çekmesi, en ufak bir şüphe, iğne başı kadar umutsuzluk düşürürsem akıllara korkusu ya da asıl siz dururken kendimizden bahsetmek mümkün mü?

Nasılsınız? İyi görünüyorsunuz açık görüş fotoğraflarında, iyi kalem tutuyor, sürekli üretiyor, susmuyorsunuz inadına.


Umarım iyisinizdir, böyle uzaktan ummak yetiyor mu acaba diğer insanlara?

Bizi sorarsanız, iyiyiz demek pek mümkün değil, dışarıdan içeriye iyi değiliz demek ayıp olsa da. Kime sorsam ne bu bahar bahardan sayıldı ne de bu yaz yazdan.

Ne tadımız var ne de ağız tadıyla bir isyan.

Hepten bir beklemenin içindeyiz, beklemenin mengenesinde alınan nefes derin olmuyor, geçen günler pek yaşamaktan sayılmıyor. Yine de işte yaz sıcağında bir dondurma alayım desem, sizden gelen haberlerde içerinin yemeğini nasıl yenilir hale getirdiğiniz geliyor aklıma, yolda bir arkadaşa rastlayıp çay içmeye otursak, artık rastlaşamadığımız gerçeği çöküyor insanın omzuna.

Sıcak bastıkça düşünüyorum esiyor mu acaba odaları? -Hücre/koğuş kelimeleri hiç oturamadı aklıma.-

Selami Şahin'den gelsin mi hepimiz için "Sen gittin ya pencereme bir kez güneş doğmadı." Sizden sonra pek de mutluluk olmadı.

25 Nisan'dan bu yana, sizin tutukluluğunuz hepimize ceza. Kalanlar, sizden kalan boşluğu ve sızıyı yaşıyor.

Depremler oluyor, kentsel dönüşüm adı altında insanların evleri başlarına yıkılıyor, davalar celselerce...

Ümitsizliğe kapılmayalım, direniyoruz, tepki veriyoruz elbette ama işte gözler, tam yeri, tam zamanında, tam da işinin ehlini arıyor.

Hani eğitimin "hocam eti senin kemiği benim" dönemlerinde, eğitimde dayak şart sanılan zamanlarda, okul müdürünün tehdidi karşısında bütün sınıf cezaya gitmesin diye, biri kendini ortaya atardı da onun avucuna inen her cetvel, güya cezadan yırtan tüm sınıfa bin beter acı ve utanç verirdi ya, öyle bir hal bizimki.

Öte yandan sizin tutukluluğunuz buz dolu bir kova döktü kafamızdan aşağı.

Her kim ki bıkacakmış koşturmaktan, yılıp gidecekmiş buralardan, kendi işlerine bakacakmış biraz da... Aklına şaşarım, yok öyle yağma.
Buz dolu bir kova kafadan aşağıya: Dört aylık bir tutukluluk var şurada. Koca Gezi'nin ağırlığını vermişiz sırtınıza, 8 milyon insan adına, günler çalınıyor ömrünüzden, biri de çıkıp yorulacakmış, yok ya. Bitti o iş.

Sizin tahliyeye kadar, kafa izinleri iptal.

Gezi'de her saniye hissettiğimiz bir histi: Haklıyken daha haklı olmak.

O "daha haklı" olma ivmesi hızla arşa doğru çıkarken yaşadığımız haksızlık da ona paralel hatta at başı önde ilerliyor.

Çocukluğum Calimero dizisine sinir olarak geçti. Hatırlar mısınız koca gözleri hep şaşkın bakan kafasında yumurta kabuğu ile gezen o minik civcivi?
Sürekli şikâyet eder ama lafı gediğine koyamaz, bir taşı yerinden oynatamaz "Ama haksızlık bu öyle değil mi?" derdi ekrana bakarak. Biteviye yakınırdı Calimero
Çıkar şu kafandaki yumurta kabuğunu, at yere be Calimero, derdim içimden. “Kara civcivsin sen, ötekisin, senin güçlü durman lazım!”
2018 yılında Psikanalist Saverio Tomasella bir kitap yazmış, Calimero adını verdiği sendromla ilgili.

Şikâyet etmenin bir şok azaltma yönteminden bir var olma biçimine dönüşmesini, sürekli şikâyet etmenin gerçek sorunları görmeyi ve çözüm için harekete geçmeyi engellediğini anlatmış.

Diyor ki Tomasella; "...zamanla sadece şikâyet etmeye devam edebilmek için durumun giderek daha da kötü hale gelmesine izin vermeyi içeren bir tembellik formu söz konusu olur."

Serbest gezen Calimerolar doluyor ortaya yaptıkları şikâyet etmekten öte gidemeyince.

Bu haksız, hukuksuz, mesnetsiz tutukluluk kararı kırıp atmalı diyorum kafamızdaki kabuğu. Şikâyet döngüsünü kırdığımızda ve asıl sorunu görüp duygularımızı, düşüncelerimizi yüksek sesle haykırdığımızda nasıl bir güce ulaştığımızı hatırlatmalı bu tutukluluk kararı yeniden. Gezi bizi kabuğumuzdan çıkarandı, tüm kara civcivleri bir araya toplayandı, gururumuzdu, onurumuzdu, geleceğe olan inancımız, yaşama olan hevesimiz, memlekete olan bağımız, bağrımızdan kopan isyanımız, umudumuzdu.

Toplanıp size kart gönderdik geçenlerde Kadıköy postanesinden.

Gencecik bir arkadaş geldi, yurtdışında doğmuş, orada okuyor. Tek başına çıkıp gelmiş 20 yaşında, elinde bir kartpostal. Kimseleri tanımadan, size kart atabilmek için. Etrafında sıra sıra polisler. Bitmiyor malum Gezi korkusu bu iktidarın. Yine hiç tanımadığınız bir hanımefendi, annesi yaşında, yanaşmış yanına, demiş "Korkma, ben buradayım, hiçbir şey yapamazlar sana."

Bir kafenin masalarında, birbirimizin sırtında, simitçi tezgahına dayayarak yazıldı kartlar. Bir kadın arkadaş belki yüze yakın kartpostal getirmişti yanında. Size ulaşanların çoğu onun seçkisi, herkese dağıtıverdi. "Ne oluyor burada?" diye geldi gençten biri, sizden bahsedince bir kart da o istedi. Yoldan geçiyordu oysa.

Tam dağılırken emekli bir beyefendi yetişti: "Geç mi kaldım? Hanım kart atmadan eve gelme dedi."

Bilmem yazılı anlatabildim mi ama her yaştan, her sınıftan, farklı görüşlerden, birbirini tanımayanlar, bir araya geldik o gün. Gezi'deki gibi.

Sayenizde.

Şimdilerde biz, geride kalanlar, birbirimizle yeniden tanışıyor, kaynaşıyoruz.

Umudun bayrağını dimdik tuttuğunuz için, hiçbirimizin kirpiğini düşürmediğiniz, doğru bildiğinizi dosdoğru söylemekten bir an geri kalmadığınız, kafamızdaki kabuğu bir kez daha kırdığınız için minnettarım.

Bu tutukluluk bir onur madalyası gibi ve ancak böyle bir tevazu ile taşınabilirdi.

Duruşunuz feyzdir hepimize.

Hayalimizdeki gün geldiğinde öyle bir yaşam kurmalıyız ki sizden, sizsiz kalan bizden, Ege'den, Vera'dan ve tüm sevdiklerinizden çalınan tüm günleri yerine hızlıca koyarcasına, tek bir anı ziyan etmeden.

Sayın Selahattin Demirtaş'ın 6 yılını, Osman Bey'in 5 senesini de hiçbir şey geri getiremeyecek belki ama Demirtaş’ın çalamadıkları ince mizahı ve belagatı, Kavala’nın bozamadıkları beyefendiliği ve sakin dili umuyorum birkaç nesillik ders olacak Calimerolara.

Yaşama tutunduğum en büyük dalım, özgür günlerin hayali. Özgürlük sizinle başlayacak.

İyi ki varsınız, özlemler insan boyu.