Dışarıdan içeriye mektuplar: Ne oldu bitti mi her şey?
Anlatıyoruz dilimiz döndüğünce ama tam olarak tatmin olamıyor kimse. “Bunu da yapmamışlardır herhalde” duvarını aşamıyoruz. Kesin bir sebep bulamıyoruz. Gerçi var bir cevap ama masallardan çıkmış gibi
Akçay Taşçı - Avukat
Ne oldu şimdi, bitti mi? Geziciler çıkamayacak mı? Uzun zamandır en sık duyduğum soru bu. Tanıyanlar gördüğünde, tanımayanlar da öğrendiğinde ilk bunu soruyor. Malum son zamanlar yargıda yaşanan influencer çılgınlığına kadar memleketin en popüler davası Gezi Davası’ydı. Arada Can abi vekil oldu, Anayasa Mahkemesi (AYM) hâlâ bir mahkeme olduğunu söyler gibi oldu ve yüce Yargıtayımız anında yetişti enselerine: “Haddinizi bilin yoksa sizi de atarız içeri” dedi. Sonrası malum, ülkede artık AYM kararlarını Meclis de tanımıyor. Gerekirse kan da dökerler bunun için. Döktüler de zaten. Olağanüstü toplantıda olanları izledik hepimiz.
Sorunun hemen ardından şu geliyor: “Yazık günah bu insanlara ya? Suçsuz günahsız yatıyorlar içerde, Allah bunların belasını versin.” Her soranın hassasiyeti başka yerden tabii. Kimi sadece mahpustakileri düşünüyor, onların ailesini, eşini dostunu soruyor. “Nasıllar, sağlıkları iyi mi?” Bazıları da büyük resmin peşinde! “Rehin almışlar bu insanları, pazarlıkta kullanıyorlar kesin, büyük işler dönüyor büyük!”
Annem mesela. Ne zaman televizyonda Can abiyi görse arıyor hemen: “Bu aralar gene Can’ı konuşuyor herkes, sanki bir şeyler olacak gibi mi? Hepsi için soruyorum inan ama Can ayrı.”
Benim yoldaşım olduğu için yeri ayrı tabii. Bir çıksa da biz de kurtulsak bu dertten. Ama esas derdi başka, iki kere kaz pişirdi Can abiye. Misafirin yediği konuşulmaz değil mi? Ama Can abi aşırı beğenip bu beğenisini de uyarı gerektirir seviyede çok yiyerek gösterince. Oğlu oluverdi birden.
***
Söz ikinci soruya geliyor uzun bir bela okuduktan sonra: “Ee şimdi ne olacak?” En çok zorlandığımız kısım burası. Bilmiyoruz çünkü. Ben bir avukat olarak bilmiyorum.
Halbuki biliyor olmam lazım değil mi? Şu fiilleri işlersen başına şu gelir. İşlemezsen gelmez. Devletin bize verdiği söz kabaca budur. Hukuk güvenliği ilkesi diye öğretmişlerdi fakültede. Yurttaş başına gelecekleri ya da gelmeyecekleri bilebilmeli ki kendi devletinden korkmadan yaşayabilsin.
“AYM hak ihlali kararı vermiş, ne bekliyorsunuz?” Yani tabii ki tahliye edilmesini bekliyoruz. “Avrupa Komisyonu açıklama yapmış, ne bekliyorsunuz?” Yani tabii ki tahliye edilmesini bekliyoruz. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararı vermiş, ne bekliyorsunuz?” Yani tabii ki tahliye edilmesini bekliyoruz. Oraya dilekçe yazıyoruz. Burada açıklama yapıyoruz. Sürekli bir yerlere derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Şuraya mı yürüsek burada mı otursak? Yok, kapı duvar.
Son soru geliyor nihayet: “Ya nedir bu adamın bu insanlarla derdi? Bu kadar inatlaşacak ne var burada?”
Valla biz de çok düşünüyoruz. Yıllardır mesaimizin de sohbetimizin de çoğu bu zaten. Sadece bu insanlar değil tabii. Daha ne kepazelikler oluyor diyoruz. Kobani Davası’nda müşteki diye yazdıkları insanlar duruşmaya gelip “Ne şikâyeti yahu biz bu partiliyiz, bu insanlar da bizim yoldaşımız” diyor. ÇHD davasında tanık var bir tane, tescilli akıl hastası. ÇHD dosyasında da karar çıktı bu arada. Gene yıllarca hapis düştü paylarına.
***
Anlatıyoruz dilimiz döndüğünce ama gene de tam olarak tatmin olamıyor kimse. “Bu kadar da olmaz ya, bunu da yapmamışlardır herhalde” duvarını aşamıyoruz. Kesin bir sebep bulamıyoruz. Gerçi var bir cevap ama çocuk masallarından çıkmış gibi duruyor: Zalim bir kral varmış, halkı açlık ve sefalet içindeyken, kendisi ve şürekâsı zenginlik içinde yaşarmış. Buna itiraz edenleri de zindanlara atarmış. Yok kesmiyor. Bunlar eski masallarda kalmış gibi geliyor.
Tam bunlar üzerine çökmüşken bir cumartesi günü bakıyorsun, Galatasaray’da bir kalabalık. Cumartesi Anneleri çıkmış meydana. Bu sefer polis korumasında. Sarmışlar etrafı. Heykel gibi duruyorlar orada. Her biri birer inat heykeli. Bu sene puskas ödüllü bir gol attı Pride ekibi, polis onları tünelde ararken Bağdat Caddesi’nde bitiverdiler birden. Ahmet abiye saldıran başıboş vekili görür görmez ok gibi fırlayan Tülay Hanım! Soma’da Fernas işçileri direnişte. İliç’te, “Tazminat istiyorsanız şikâyetinizden vazgeçin” diyen şirkete çok kaliteli bir hareket çekti aileler. Mervenur basın açıklaması yaparken dudağı titredi diye soruyor: “Abi solculuğum düşmüş müdür?” diye. Gültan Hanım Karaburun Bilim Kongresi’ndeydi geçen. Hâlâ umutlu hâlâ dirençli. Selçuk abi içerideki direnişine yeni müvekkiller kattı, tefrikayı savunuyor şimdi de, ölmesin diye. Romanını tefrika olarak yayınlıyor, haftada bir parça. “Kaldı mı bu işler ya?” denilen ne varsa katık ediyor mücadelesine.
Ayrıntılı direniş haritası için bakınız: Cem Dinlenmiş’in direniş haritası.
Madem mektup yazıyoruz, size bir havadis vereyim: Orada size yetiyor mu bilmiyorum. Gardiyanın getirdiği gazetede yazıyor mu bunlar bilmiyorum. Ama memleket direniyor. Kendi meşrebince, gücü yettiğince. “Çırpınıyor ellerinde bir avuç hergelenin”, ama direniyor. Ve masalın sonunu hepimiz biliyoruz değil mi?