Google Play Store
App Store

Ne hukuksal analizlerde haklı çıkma ne de soyut bir haklılık ya da umut vurgusu, haksız biçimde özgürlükten mahrum kalmayı telafi edebilir. Bunu biliyoruz, böyledir.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Politik davanın tinini Gezi’de bire bir gördük
Çizim: Zeynep Özatalay

Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu - Anayasa Hukukçusu

Dr. Erdi Yetkin - Ceza Hukukçusu

Merhaba,

Hegel’in Napoleon Bonaparte’ı Jena’da at üzerinde gördükten sonra “Dünyanın tinini at üzerinde gördüm” dediği rivayet edilir. Gezi Davası’na baktığımızda ise biz şu cümleyi kurabiliyoruz: “Politik davanın tinini Gezi Davası’nda gördük”. Sanırız ki bu cümle meseleyi, davayı pek güzel özetliyor. Gezi Davası bakımından artık Emile Zola’nın “J’accuse” demesine bir gönderme yapmanın anlamı kalmadı; çünkü görecek gözleri olanlar ve görmek isteyenler için davanın politik tini ve bu tin nedeniyle tesis edilen hükmün haksızlığı - başarısızlığı gayet açıktır.

Hükme ulaşmaya giden yola dair usul kurallarının belirlenmiş oluşu, kimi seromonyal davranışların ceza yargılamasına içkin bulunması ve kural temelli muhakeme ile hüküm mecburiyeti, ceza yargısının hukukçu olmayanlar nezdinde, prosedürel, soğuk ve çekinilesi bir yapı olarak düşünülmesine neden olur. Bu bakımdan “ortalama vatandaş” muhakeme faaliyetine dâhil olduğunda, muhakeme faaliyetinde olan biteni anlamlandırmaya çalışır ve anadilinde yazılmış olsa dahi çoğu zaman hükmü bir hukukçuya yorumlatmaya çabalar. Dolayısıyla bir mahkeme hükmü de bir anlatıya sahiptir, tıpkı bir film gibi. Ancak hükümdeki anlatı, hukuk kuralları vasıtasıyla düzenlenmiştir. Bu nedenledir ki bir hükümde “Deus ex machina”* yer alamaz, bir mahkeme hükmünde, ne yazık ki dizilerimizin olmazsa olmazı tutarsızlıklar, garip tesadüfler, her şeyin bir kişiye bağlı olması gibi gariplikler söz konusu olamaz.

***

Gezi Davası’na ilişkin kararı okuyan ve eser miktarda objektifliğini muhafaza edebilmiş bir hukukçu, hüküm ile film senaryosu arasındaki olması gereken farklılıkları teşhis etmekte güçlük çekecektir. Bu mektubu yazanlardan biri, bir Anayasa hukukçusudur ve sosyal medya paylaşımlarından (ifade özgürlüğü), barışçıl toplantılar düzenlemekten (toplanma özgürlüğü), bir tiyatro oyunundan (sanat özgürlüğü), başkalarının fiillerinden (suçların şahsiliği ilkesi) yola çıkılarak kişilerin hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüsten sorumlu tutulması karşısında, davanın politik ruhunu bilmese, şaşkınlığa düşerdi. Mektubun diğer yazarı ise özellikle politik suçlar alanında çalışan bir ceza hukukçusudur ve Gezi Davası’nı okuduğunda aklına gelen ilk şey, üzerine tez yazdığı TCK madde 312 hükmünün hatalı bir şekilde uygulanmasına dair bir pratik çalışma yazmaya kalksa dahi Gezi Davası’ndaki hükmü yine de hayal edemeyeceğidir.

Gezi Davası’nda bir mahkeme kararında olması beklenen nitelikte “ilgili ve yeterli” gerekçe mevcut değildir ve dahası sanıklarla isnat edilen suçlar arasında bağlantılar kurulmamıştır. Sanıkların mahkûm edildiği TCK madde 312 hükmü ise, unsurları itibariyle pek açıktır ki oluşmamıştır. Söz gelimi Yargıtay’ın somut olayda cebir ve şiddetin oluştuğuna dair gerekçeleri, yerinde değildir. Keza TCK madde 312 hükmündeki suçun unsuru olan cebir ve şiddetin, maddede sayılan neticelere yönelmiş ve bu neticeleri gerçekleştirmeye elverişli olması gerektiği ihmal edilmiştir. Hükümdeki çarpıklıklar, daha önce inceleme konusu da yapıldığından (Erdi Yetkin, Yargıtay’ın Gezi Parkı Davası Kararının Değerlendirilmesi, Hukuk Defterleri, Sayı:40, 2024, s. 54 – 61) bu bahse bu mektupta daha fazla yer ayırmayacağız; zira aksi halde mektubun hacminin de Gezi Davası’ndaki hükmün başarısızlığı oranında büyümesi kaçınılmaz olurdu.

***

Yargıtay kararı okunduğunda, olayların arka planına dair kabullerin ise bir yüksek mahkeme kararında olması gereken somutluktan uzak, genel geçer bilgilerden ibaret olduğu görülmektedir. Böylelikle de bir önceki paragrafta en genel hatlarıyla belirttiğimiz hükmün zayıflığı ve kendisine cevap bulunamayan sanıkların neden cezalandırıldığı sorusu, bir “Deus ex machina” yardımıyla çözüme kavuşmaktadır: “Dış Mihraklar”. Gerçi Gezi’de hangi somut davranışlarıyla hangi dış mihrakların yer aldığı hükümde belirsizdir ama olsun! Eğer ki cebir ve şiddetin oluşup oluşmadığı ya da hangi sanığın hangi eylemi nedeniyle sorumlu tutulduğu tartışılsa, Gezi Davası’nda mahkûmiyet hükmü verilemeyeceğinden dış mihrak anlatısı vasıtasıyla suç tipi ile sanıkların fiillerinin uyuşması anlamındaki tipe uygunluk sorunu kolaylıkla göz ardı edilebilmiştir.

Ne hukuksal analizlerde haklı çıkma ne de soyut bir haklılık ya da umut vurgusu, haksız biçimde özgürlükten mahrum kalmayı telafi edebilir. Bunu biliyoruz, böyledir. Bir politik dava hakkında yazmak, konuşmak zordur, tıpkı bir politik filmi izlemek gibi. Costa - Gavras’ın Z’si ya da In the Name of the Father izlenirken izleyici, Kafka’nın Şato’sundaki kadastrocu gibi hissedebilir kendini. Ancak bu filmlerin bir de son sahneleri vardır ve film boyunca oluşan kasvet bulutu bir anda sanki hiç var olmamışçasına dağılır. Bu mektubu yazan iki hukukçu olarak Gezi Davası’nın politik ruhunun farkındayız ve yaşanan tüm haksızlıklara, absürtlüklere karşın Gezi Davası’nın oluşturduğu kasvet bulutunun da tıpkı Z’nin ya da In the Name of the Father’ın son sahnesi gibi dağılacağı günü iple çekerek size selamlarımızı iletiyoruz.

*Deux ex machine: Makineden Tanrı (Latince). Sıradan ve beklenmedik bir şekilde bir duruma giren veya tanıtılan ve kolayca çözümsüz bir zorluğa yapay veya uydurma bir çözüm sağlayan kişi veya şey.