Dışarıdan içeriye mektuplar: Sahiden dışarda mıyız?
Hüsnü Arkan - Sanatçı
Bu bir mektup olduğuna göre daldan dala atlayacağım. Önce içerdeki gazetecilere, gezicilere, siyasi mahkûmlara selam ederim. Duyduğuma göre Selahattin Demirtaş klarnet öğrenmeye başlamış; klarnetçi arkadaşlardan biliyorum, başlaması cesaret, inat isteyen, çileli bir alet. Kendisine, yakınındaki arkadaşlarına kolaylıklar ve sabır diliyorum. Bizde siyaset ehli böyle “hafif” işlerle uğraşmaz. Ben yalnızca İsmet İnönü’yü hatırlıyorum. Bir defadan çok, “Alın hükümetinizi, verin viyolonselimi” diyebilmiştir.
***
Dışarda olmakla içerde olmak arasında sanırım tek bir önemli fark var. İçerde olmak gerçek bir şeydir; içerde olduğunuzu zannedemezsiniz. Ama eğer dışardaysanız gerçeklik biraz bulanıktır; dışarda olduğunuzu zannedebilirsiniz. Ben de çok uzun bir süredir dışarda olduğumu zannediyorum. Pazara gidiyorum, pazardan dönüyorum. İçerdekilerin karşılaşma olanağı bulamayacağı insanlarla sohbet ediyorum. Karımı her gün görebiliyorum, kedilerle, köpeklerle oynaşabiliyorum. Konserlerde dinleyicilerle dertleşiyoruz. Bin bir türlü dertleri var. Öğretmenlerin atanma derdi, gençlerin işsizlik derdi, geçim zorlukları, çocukların nasıl yetişeceği… Aslında büyük bir hapisanede yaşıyoruz diyesim geliyor ama diyemiyorum; içerdekilere ayıp olur.
Bizim yürüyüş yolunda karabiber ağaçları var, meyveleri eylül ayında olgunlaşıyor. Yanlarından geçerken yapraklarına dokunup koklarım. Çünkü ellerim ve burnum dışarda sayılır. Haziranda yeni dünyalar, İtalyan erikleri olgunlaşır, dalları yerlere eğilir, görürüm. Gözlerim de dışarda sayılır. Ayrıca kapılarımız sokağa açılıyor; başını kaldır, gökyüzü.
Şair İsmail Uyaroğlu abimizin Gökyüzü Görünmeli diye Orhan Taylan’a ithaf ettiği bir hapisane şiiri var. Şöyle diyor:
“Çok şey istemiyorum
Bir duble rakı
Bir iki leblebi
Şöyle ayakçı bir meyhanede
Yol üstünde olmalı mutlaka ama
Tutmuş annesinin elinden
Bir çocuk geçmeli önünden
El ele iki sevgili
Aylak adamlar
Çarşıya çıkmış kadınlar, çantalı, fileli
Bir de durduğum yerden mutlaka
Gökyüzü görünmeli.”
***
İnsan dışardayken daha güzel bir dünyayı hayal etmenin hakkını veremiyor galiba. Bu kadar iyi şairin, iyi edebiyatçının, gazetecinin hapisane tezgahından geçmiş ve geçiyor olması rastlantı mıdır diye sorası geliyor insanın. Söz meclisten dışarı, kapının dışındaki gerçek denen şey düş kurma gücünü biraz örseliyor mu ne?
Varsın örselensin. Yeter ki vicdanlarımız örselenmesin.
Dışarda sonbahar geç geldi, henüz yorgana, cekete geçmedik.
Biliyorum, dört duvar arasında ışık, renk ve sıcaklık algısı farklıdır. Sonbahar, kış erkencidir. Baharı yalnızca kanında hissedersin. Yazsa biraz rahatlamaktır; gelmek bilmez. Geldiğinde de insanı canından bezdirir.
Sokağa çıktığımda kuşları fark etmiyorum. Halbuki kuşlar önemli. Avludaysanız, başınızı kaldırdıysanız ve bir kuş gördüyseniz sevinirsiniz. Kıyıda biri oltasını denize sallamış. Orada olduğunu biliyorum ama bakmadan geçiyorum. Halbuki oltasını denize sallayan adamı hayal etmek çok önemli. Çocuklar okuldan çıkıyor. Gülüşüyorlar, şakalaşıyorlar. Metroya biniyorum; herkes yorgun. Hepsi çok önemli. Ve hepsi kendi önemini kaybetme korkusuyla yüzleşiyor.
Şimdilik ellerimiz, gözlerimiz, burnumuz dışarda sayılır. Kapılarımız da var, ne güzel; dışarıya açılıyor. Fakat kendimiz hakkında, vicdanımız hakkında sizin düşündüğünüz kadar düşündüğümüzü sanmıyorum. Tökezlediğimizde tutup kaldırmak yine size düşecek. Ulan bunu da mı bizim sırtımıza yıktın demeyin. Demezsiniz zaten. Tutup kaldırırsınız.
Şunu bir gün hepimiz anlayacağız; bu dünya zalimlere göre bir yer değil.
Hepinize selamlar.