Google Play Store
App Store
Dışarıdan içeriye mektuplar: Seyircisiz odalar

Rukiye Leyla Süren - İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı

Son Silivri Cezaevi ziyaretimin ertesi günü hâlâ sevgili meslektaşım seçilmiş Hatay Milletvekili Avukat Şerafettin Can Atalay’ın sözlerini düşünüyordum. Can’ı ne zaman ziyaret etsem onunla ilgili sorularıma cevap beklerken hemen ülkemizde hiç eksilmeyen toplumsal davaları konuşurken bulurum kendimi.

Biriktirmekten bahsetti Can, her ziyaretimde sohbetimizin konuları olan Gezi, Soma, Aladağlar ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin kapatılma davaları başta olmak üzere son yıllardaki toplumsal davaların hayatlarımızda biriktirdiklerinden.

Adalet, herkes için adalet!

Aslında ekmek gibi su gibi ihtiyacımız olan bu. Adalet için mücadelenin bedeli bu kadar ağır olmamalı.

İstanbul Barosu merkezine giderken metronun içine ayakta kimse olmadığından diğer vagonları görecek şekilde bakarken gözümün önüne Silivri Cezaevi geldi. Silivri Cezaevi’nde avukat görüş odaları yan yana dizilidir, aradaki camlardan en son odayı da görürsünüz.

Metro vagonlarındaki halimizle farkı ise avukat görüş odaları gibi sırt sırta değil de karşısındakinin seyircisi gibi oturuyor olmamız.

Evet, Silivri sırasını beklerken birer seyirciyiz.

***

Son ziyaretimde sohbetimizin ana konusu Dünya’nın ikinci büyük Barosu olan İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu’na açılan dava idi. Seyirci sıramdan, 4 Mart Salı günü Çağlayan’ın Gezi Davası duruşmalarının da yapıldığı 27. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonundaki yargılananlar sırasına geçişimizi artık tamamlamıştım.

Başta İstanbul Barosu Başkanımız Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu olmak üzere Yönetim Kurulu üyeleri olarak  “görevden alınmamız ve yeniden seçim yapılması” talebini içeren İstanbul Başsavcılığının davanamesi ile açılan davada yargılanıyorduk.

Hemen arkamda oturan avukatım Akın Atalay, aynı duruşma salonunda Cumhuriyet Gazetesi davasında sanık olarak yargılandı ve uzun denilebilecek bir süre Silivri sakinlerinden oldu. Filmde görseniz, romanda okusanız “Amma da abartmışlar” dersiniz. Burası yeni Türkiye, burada abartı diye bir şey yok!

Bu salonda Gezi Davası’nın duruşmaları da yapıldı. Çiğdem Mater yurtdışından kalkmış gelmiş, Mücella Yapıcı ve sevgili meslektaşım Can Atalay, Tayfun Kahraman ile diğer Gezi dosyası sanıkları(!)  ile birlikte beraatla sonuçlanmış davanın yeniden görüldüğü günler.

Mücella Yapıcı ile bir ara duruşma salonu dışına çıktığımızda, “Bunlar bizi tutuklarlar mı?” diye sorduğunda, hukuki argümanlara sığınıp “Yok canım artık o kadar da değil! Dosyada değişen bir şey yok, beraat kararını değiştirecek bir yeni olgu, yeni bir delil de yok” diye cevaplamıştım. Ve tutuklama kararı çıkmıştı. İşte o günden sonra “Yok canım artık o kadar da değil!” demeyi bıraktım.

***

Avukat odalarından, daha özgür, daha eşit, ağacı ile kuşu ile güzel olabilecek bir hayat dileğiyle ayrılırken hep aynı ardında bırakma duygusu. Bu duyguya bu kez değerli meslektaşım ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Avukat Fırat Epözdemir de eklendi. Yönetim Kurulu mesaimizle ilk kez birlikte çalışma şansı bulduğum Fırat, gerçekten çok başarılı bir hukukçu ve örnek bir insan.

İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi koordinatörü olarak meslektaşlarının sorunlarına ilk günden itibaren neredeyse 24 saatini ayırdı. Yokluğu sadece bizlerin değil, tüm avukatların kaybı… Onunla sohbetimizin konusu da yine mesleki sorunlar ve Baro’ya açılan haksız davalar. Fırat’ın tutuklanmasının ana sebebinin Baro’ya açılan hukuki dayanaktan yoksun davaya delil yaratmak olduğunun ikimiz de farkındayız.

Avukat odalarının birinden çıkıp diğerine giriyoruz, sevgili Tayfun’la büyüyen Vera’yı, Meriç’in muhteşem mücadele gücünü konuşuyoruz.

Osman bey’in her zamanki sakin ve saygılı tavrı, kıymetli meslektaşım Selçuk Kozağaçlı’nın “Birbirinize sahip çıkın” dilekleri ile bu kez Yerel Yönetimler turumuz başlıyor.

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer ve Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat arka arkaya gelen ziyaretçilerini yolcularken ellerindeki dosyalardan mesailerinin Belediye hizmetleri olduğu açıkça görülüyor.  Son günlerde tutuklanan meclis üyeleri yan odalardan el sallıyor. Bir nevi Belediye Meclisi…

Büyük hayranı olduğum hukukçu Şair Gülten Akın, 1978 yılında oğlunun cezaevinde yaşadığı zorlukları görünce bir süre şiire ara verir. İyi ki yıllar sonra tekrar eline alır kalemi.

Usta şairin “Her şey birikir” şiiri tam da bu uzun güne, Can’ın sözlerine denk gelir;

Gösteren parmaklar, gören gözler 

Susan konuşan birikir 

Yargılarlar davasız dosyasız 

Silahsız sözcüksüz kansız kavgasız 

Dağ mı değil, ova mı 

Kent mi alan mı, değil 

Bir ülke insan birikir.