Dışarıdan içeriye mektuplar: ‘Umutsuzluğu yıkmak bize düşüyor’
25 Mayıs 2022’deki açık görüşte Mücella Yapıcı ve Cansu Yapıcı.

Cansu Yapıcı

Selamlar,

65 gündür ailelerimiz, arkadaşlarımız bizden uzakta… Onlar “içeride”, bizler ise “dışarıda”yız. Bu süreçte daha önce yeterince bilmediğimiz, ilgilenmediğimiz bazı konuların farkına varmak benim için en hafif terimle utanç verici oldu. Twitter dilinde diyorlar ya “Anca sizin mahalleye uğrayınca..” Bu iki ay bizim mahallede nasıl geçti onu anlatmak istedim. Burada çok güzel bir kentsel dönüşüm projelerinin rant için tüm mahalleleri birbirine benzemesi metaforu yapabilirdim, ancak eski keskinliğimi kaybetmiş olmam çok olası…

Bu yazının amacı bir nevi ailelerimizin, dostlarımızın “içeride” bizim ise “dışarıda” olduğumuz 65 günün “Z raporu”nu tutmak.. Bir biçimde karşı karşıya olduğumuz saçmalıklar silsilesi ve karanlığın içerisinde hem kendimiz için bir akıl sağlığı kontrolü, hem de artık herkesin başına gelmesi çok muhtemel bu deneyimin paylaşımı... Bizler kadar sizler de hazırlıksız yakalanmamanız için, bu karanlıkta yaşamak için ihtiyacınız olabilecek pratik bilgileri öğrendiğim kadarıyla sizlere aktarmak istedim.

Şunu da belirtmek isterim, senelerdir adliye mesaisi oldukça yoğun olan (sanık, sanık yakını, gözaltındaki arkadaşlarını X-ray cihazlarında uyuyarak bekleyen kişi, sonunda da şikâyetçi) birisi olarak yeni kimliğim tutuklu – aslında hüküm özlü- yakını olarak cezaevi mesaim yeni başladı sayılır. Her cezaevinin uygulaması da farklı, bu yazıda aktardıklarım biraz da öğrenme süreci…

Neyse girizgâhı çok uzattım, bu yazıyı biraz aslında dışarının dışarıya mektubu olarak yazmak istedim.

65 günde neler değişti? Ya da hukukun siyasi bir araç haline geldiğini gündelik hayatımızın akışını tersine çevirecek kadar yüzümüze vurduklarından günden beri.. O gün meslektaşım, yoldaşım, ev arkadaşım, sırdaşım, annem Mücella tutuklandı. Kendisi ile ilgili yazılarda hep önce yaşının yazmasından rahatsızlık duyduğunu biliyorum. Bence kendisi benden genç bu arada… Onunla beraber çocukluğumdan beri tanıdığım kent mücadelesinden arkadaşlarım, bu süreçte daha önce tanımamış olmaktan üzüntü duyduğum, çıktıklarında beraber bir masanın etrafında oturmayı heyecanla beklediğim, hayatı oldukları alandan güzelleştirmek için mücadele eden güzel insanlar da annem ile beraber cezaevlerine gönderildi.

Bizi dışarıda, ailelerimizi içeride bıraktılar. Sonra biz “dışarısı”, “içerisi” kelimelerini çok kullanmaya başladık. Görüşlerde bize sorulan “dışarıda neler oluyor? Dışarısı nasıl? “ ya da canımız avukat arkadaşlarımıza görüşlerden sonra sıklıkla sorduğumuz, “Bizimkiler ne halde?”, Bakırköy ve Silivri ayrımı nedeniyle bir de sıklıkla kullandığımız “Beyler birlikte spor yapıyorlarmış” “Kadınlar yine icat peşinde” gibi cümleler girdi hayatımıza. Burada aslında cezaevi sürecinde hem bizi, hem ailelerimizi yalnızlaştırma, korkutma çalışmalarına inat hem biz hem onlar tekil değil çoğul zamirlere dönüştük..

Şimdi 65 güne dair kısa notlar…

Günümüz karanlığında her an ihtiyaç duyabileceğiniz pratik bilgiler.. Kısa ödevler…

1-Cezaevine mektup yazımı:

Bu konuda ben hâlâ iyi değilim. Annem dışında hiçbir arkadaşıma, tanımak için heves duyduğum kişilere yazamadım mektup. Senelerdir Gültan Abla’ya da yazmak istedim, başaramadım... Şimdi yavaş yavaş öğrenmeye çalışıyorum. Cezaevi deneyimi olan arkadaşlarım, “içeriye” “dışarısı”nı anlatmanın, “dışarıdaki”leri anlatmanın önemini söylüyorlar bana hep. Mücella’ya da Burgazada’nın denizini yazabildim bir tek. Mevsim izin verirse duruşmalar öncesi gidip Burgazada’dan denize girme âdetimiz vardı. Bu sefer tek başıma onun için de yaptım… Tayfun’a tüm mesai arkadaşlarının nasıl sürekli aklında olduğunu yazacağım bir gün.. Başarabilirsem Can’a yeni çıkan Elvis filmini yazacağım.. Çiğdem’e maruz kaldığı kötü dizilere sinemacı olarak bakış açısını sormak istiyorum. Hakan’a, Mine’ye ve Osman Bey’e ise onları bu kadar geç tanımaktan üzgün olduğumu yazmak isterim… Dediğim gibi yavaş yavaş elim kalem tutmaya başlıyor.

Siz yazmak isterseniz diye adresler:

Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve Mine Özerden’in mektup adresleri:

Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, M12, Gençler Cd. No:16, 34147, Bakırköy - İstanbul

Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Hakan Altınay’ın mektup adresleri:

Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü, 9 No’lu Cezaevi, Koğuş No: A47, Silivri – İstanbul (İadeli taahhütlü göndermek gerekiyor)

2- Cezaevi internet sitesi, duyurusu takip etme, ilgili yönetmelik okuma, anlama

Bilgisayarda bir sekmede sürekli cezaevi internet sitesini açık tutuyoruz. Giysi alımı ile ilgili duyurular, görüş saatlerindeki değişiklik, daha önceden yayımlanmış yönetmelikleri takip etmek gerekiyor. Tutuklu Hükümlü El Kitabı gibi yardımcı belgelerin yanında meslek odalarının veya hak örgütlerinin yayınladığı değerlendirme ve raporları takip etmek de hayat kurtarıyor. Bir haftada İstanbul Protokolünü ezberledik biz örneğin… Bu da bana gösterdi ki; ne kadar içten olmaya çalışırsak çalışalım “bizim mahalleden” diğer mahallelere desteğimiz, dayanışmamız eksik kalmış onu gördüm. Sorunları içselleştirememişiz. Örneğin, “İstanbul Protokolünü” yeni öğrenmem kabul edilebilir değil..

3-Cezaevi alışverişi

Senelerdir alışveriş merkezine gitmeyen bir aile olarak bizi çok zorladı. Beni ilk cezaevi giysi alışverişine canım arkadaşım Jiyan götürdü. Renkleri, kumaşları, kuralları o öğretti. Giysileri kapalı görüşte teslim edip, açık görüşte alabiliyoruz. Yeni giysi sokabilmemiz için kotada yer açılması gerekiyor. O nedenle daha önce hiç karşı karşıya olmadığımız bir giysi matematiğini işletiyoruz bir taraftan. Tam şu anda deftere aldığım not şu şekilde örneğin iki tayttan bir tanesini alırsak bir şort sokabiliriz…

4- Açık ve kapalı görüşlere hazırlık

Asla yeterli gelmeyen, illa ki çok önemli bir şeyleri unuttuğumuz ritüeller bizim için. Kapalı görüşler camın ardından telefonla gerçekleşiyor. Açık görüşler yemek salonumsu bir mekânda oluyor. Açık görüşlerde dilekçe verildiği takdirde fotoğrafımız da çekilebiliyor. Günün en güzel anı masanın üstüne tırmanarak birbirinize sarılmanız. Canım Bakırköy kadınları geçtiğimiz açık görüşe aynı renk giysiler ile geldiler. Planladılar mı bilmiyorum. Ama kırmızı kırmızı bizlerin içini açtılar…

5- Ne olursa olsun dayanışma ve umudu inşa etme

Faniladan yapılan şapkalar, ketılda pişirilen mercimekli köfteler, 5-2 kazanılan avlu maçları, içeriden yazılan umut dolu mesajlar, sadece kendileri için tüm tutsakların hakları için verilen mücadeleler ve bu haksızlığın biteceğine dair inanç bu günlerde bizi ayakta tutan şeyler. Kendimiz için, onlar için, güzel bir gelecek sözü verdiğimiz Gezi’de kaybettiğimiz canlarımız için, dayanışmayı umudu büyütmeye çalışıyoruz. Birbirimizin elinden tutuyoruz. Gökyüzüne, denize, İstanbul’a onlar için de bakıyoruz. Hem onların gözleri oluyoruz hem onlar gibi korumaya çalışıyoruz.

Tayfun’un eşi Meriç’in tüm süreci bizim için en net şekilde anlattığını düşündüğüm bir cümlesi var. “Hiçbir notları yarım kalmayacak.” Tesadüfi bir şekilde dışarıda olduğumuz bugünlerde içerideki arkadaşlarımızın mücadelesini sürdürmek, sözlerini yükseltmektir yapmaya çalıştığımız. Farkındayız, haklarımızın bize unutturulmaya çalıştırıldığı günlerden geçiyoruz. Olduğumuz noktaya baktığımızda ne de olsa bizim ailelerimiz, dostlarımız şu anda sadece ve sadece anayasal haklarını kullandıklarını kullandıkları için içeride. Biz birbirimize haklarımızı, daha da önemlisi umutlarımızı, yaşamak istediğimiz ülkeyi hatırlatalım.

Bu tutuklamanın, cezalandırmanın temelsizliğini, hepimiz için ne ifade ettiğini, nedenini ve amacını iki aydır, hatta ne iki ayı dokuz senedir anlatmaya çalışıyoruz. Bizden Gezi’yi, umudu, dayanışmayı almaya çalıştılar. Ama “içeridekiler”in bize gösterdiği şudur: Bu mümkün değil. Dışarıdaki umutsuzluğu yıkmak da bize düşüyor..

Dediğim gibi “bizim mahalle”nin çaylak tutuklu yakını olarak kalemimden döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalıştım.

Hem içeriye hem dışarıya çok sevgiler, selamlar…