Google Play Store
App Store

Herkes cevaplarını hazırlayıp geldi, yan yana durdu, birbirinin hakkını kolladı, gözetti. Hem de çoktular hem de eğlenceliydiler… Dayanışan insanların neşesine sahiptiler. Neşeli bir halkı hiçbir kuvvet korkutamaz! Korkmayan halktan korkmak her aklı başında idarecinin birincil görevidir.

Dışarıdan içeriye mektuplar: Zulme isyan
Fotoğraf: Gülşin Ketenci

Özgür Erbaş - Avukat

Gezi’nin homo politikuslarına,

Siz içeri düştüğünüzden bu yana, güneşin etrafında 2 tam bir yarım kere döndü dünya. Aktı zaman, durdu zaman… Ne olup bittiği konuşuldu, konuşuluyor. Hatırlarsınız, Gezi zamanının Başbakanlık İnsan Hakları Kurumu bir rapor yazmıştı. O zamanlar başbakanlık vardı evet! Raporda Ulus Baker’e atıf yapılmış ve “Protesto, sorulmayan soruya verilen yanıttır” denilmişti.

Gezi’de o vakte kadar sorulmamış ne kadar soru varsa hepsine toptan bir yanıt verildi. O kadar çok soru sorulmamıştı ki bizlere. Tabii yanıt vermek isteyen sayısı da o denli çoğalmıştı. Herkes cevaplarını hazırlayıp geldi, yan yana durdu, birbirinin hakkını kolladı, gözetti. Hem de çoktular hem de eğlenceliydiler… Dayanışan insanların neşesine sahiptiler. Neşeli bir halkı hiçbir kuvvet korkutamaz! Korkmayan halktan korkmak her aklı başında idarecinin birincil görevidir. Üstelik bir sorun daha vardı. Tam yönetilenlerin kıvama geldiğini, artık kudretten düştüklerini zannedenler büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Hayatta kalma formülü olan “kamusal senaryolarda” itaatini dile getirenler veya sadece susanlar, kendi aralarında konuştuklarını korkmadan uluorta söylemeye başlamıştı. Böylelikle sevilmediğini, onca propagandaya, harcanan para ve zamana rağmen ne sevgi ne saygı kazanabildiğini gören tüm muktedirler gibi bizimkiler de çok kızdı. Öyle ki memleketin 79 ilinin meydanlarından yükselen ses anlaşılan hâlâ kulaklarında. Bunlar, işin hepimizin bildiği tarafı.

***

Sürecin tarihsel çakışmaları da vardı. İnsanı çalışırken sarf malzemesi, günün geri kalanında da girişimci bir homo ekonomikus olarak konumlayan bu rezil sisteme itirazlar yükselmeye başlamıştı. 2007’de sarsıntısı başlayıp 2008 yılında kasırgaya dönen “finansal krizin” rezil sloganı “batamayacak kadar büyük” olunca emekliler, ev kredisi alanlar, öğrenciler, küçük yatırımcılar harcanıverdi. O güne kadar ne tür bir rezilliğin içinde yaşadığını tam olarak anlayamayanlar yeni evsizler olarak hayatlarına devam etmek zorunda kaldı. Ama bunlar bir yerde birikiyordu. Tunuslu Muhammed Buazizi, yasemin tezgâhının elinden alınması üzerine 2010 yılı sonunda kendini yakarak öldürdü. Zulme isyan âdem ile insan arasındaki farktan gelir. Böylece başlayan “bahar” kimilerine göre anlık öfke patlaması, kimilerine göre sisteme toplu isyandı. Bizim turuncu renkli medyamıza göre “bunlar hep dış mihrakların işiydi”. Bu kez ima edilip asla açıktan söylenemeyen dış mihrakların en büyüğünde “İşgal Et!” hareketi başladı. Sloganları yüzde 1’e karşı yüzde 99’un hakkını savunmaktı. Dalga büyüyordu, isyan büyüyordu. Kendilerine sorulmayan sorulara cevap vermekle kalmayıp nelerin yanlış olduğunu, nelerin yalandan ibaret olduğunu beraberce söyleyenler artıyordu. Çünkü kaba saba, bize de pek yüzü gülmemiş devletlerimizi bile arar hale gelmiştik. Yeni bir devlet türetmişlerdi; bakarsan yok, bakmazsan var. Zenginler için, zenginler tarafından yönetilen bir yapı. Bu yapının içine yerleşen, cıvık bir şirket jargonuyla konuşan bürokratımsılar. Laf kalabalığı ile “gizli işsizliklerini” gizlemeye çabalayan bu kesimin bütün mesaisi tufeylilere “hizmet” sunmak. Hizmetlerinin karşılığında çok fazla “huzur hakkı” almak da işlerinin gereği. Ne kadar vicdan yükü o kadar huzur hakkı!

***

İşte tüm bunların üzerine geldi bizim Gezi. İnternette çıkmazsa neyi aradığını bilemeyen, laf yetiştirmeyi akıl sayanların satmaya çalıştıkları zırvalar gibi ot-por’a falan ihtiyacı yoktu dünyanın güzel insanlarının. Hem isyanın projesi mi olur ayol! Şirket-devletin minik akıllı büyücek keselileri, amatör ruhla isyan edildiğini bir türlü anlayamadı. Anlamaz değiller tabii, anlamaz olur mu Muhtar Sefer’in erleri. Şaka bir yana, bizi homo ekonomikus batağına saplayıp gemilerini yürütmek isteyenler Gezi’den fena halde korktu. İnsanların politik varlıklar, hak özneleri olduğunu hatırlaması onların en büyük korkusudur. O kadar ki Adam Smith bile! Servetten gayrı derdi olmayanların ortak yaşamı çürüteceğini tespit etmişken bugünkü rezilliklerini açıklamak zorunda kalmak, elbette onları ürküttü. Ürkütsün de.

Hâsılı, azman bir çıkar amaçlı suç örgütü olan “yapının” size kafayı takması, kalkan son gemiye atlayıp kaçarken içeridekilere “asıl düşman bunlar” diyerek bir not bırakmaları, o notun uygun zaman ve zeminde “yeniden değerlendirilmesi”, defalarca beraat ettikten sonra ibreti âlem olsun diye cezalandırılmanız şirketokrasinin neferlerini memnun etti. Bu işe takmaya kalktıkları kulplara kimsenin inandığı da yok.

Neyse, lafı fazla uzattım. Çıkışta bol bol oturup konuşacak zamanımız olacak. O zamanın kısalmasını sağlamak da biz dışarıdakilere düşüyor. Bunun da farkındayım, ama derdinizi hukukla çözün diyenler uçumsal akıl sektirmelerle mızıkçılık yapıyor, anlaşmayı bozuyor. Eh o zaman ben ne yapayım? Kazma kürekle ayçiçeği tarlasına mı dalayım “Dur bakalım ne olacak mı” diyeyim? Ben bunu düşünmeye devam edeyim.

Her birinizi sevgiyle kucaklarım.

Ankara Açık Hava/ Kızılay Dolayları