Geçen hafta Disk Genel Kurulu yapıldı ve yeni bir yönetim kurulu seçildi. Öncelikle yeni yönetim kuruluna önümüzdeki dönem için başarılar dilemek ve hiç kolay olmayacağı bilinen önlerindeki yolculuk için "yolunuz açık olsun" demek isterim.

Biliyorum, emek için zor günler yaşanırken, sendikacılık da her gün daha zorlaşıyor. Sendikacıların bunu farkında olduklarına da kuşku yok. Küreselleşmenin, piyasalaşmanın, taşeronlaşmanın, esnekleşmenin, kuralsızlaşmanın, sendikasızlaşmanın ne demek olduğunu onlar her gün, yeniden ve yeniden yaşıyorlar.

Kısacası, tereciye tere satmak değil niyetim. Ancak ortada ciddi sorunlar olduğuna göre, sözün ötesinde mücadele stratejilerine, planlarına ihtiyaç olduğuna da kuşku yok. Artık bunlar duyulmalı diyorum.

Emeğin konumu az çok biliniyor. Burası ondan uzun boylu söz edilecek yer de değil. Ancak OECD bazında emek piyasasının durumunu gösteren veriler var ki, kıyaslama olanağını verdiğinden daha düşündürücü.

Örneğin 2010’da işsizlik Türkiye’de % 12,1 ( Almanya’da % 7,2; Meksika’da % 5,4; Kore’de % 3,8; OECD ortalaması da % 8,5).

Genç işsizliği  ise Türkiye’de % 21,7’e çıkıyor. OECD ortalaması % 16,7; buna karşın Yunanistan’da % 46,.6 gibi inanılmaz yükseklikte.

İşsizlik yüksek olduğunda, ne sendikal örgütlenmenin, ne ücretlerin, ne koruyucu yasaların işlemesi mümkün. Yaşanan da bu değil mi? Genç işsizliğin yüksekliği ise, kim ne derse desin, gelecek umudunun yitirilmesi anlamına gelmekte.

Son dönemin TUİK Hane Halkı İşgücü Araştırması, istihdam ve işsizlik açısından daha olumlu sonuçlar göstermekte. Örneğin 2011’in son döneminde işsizlik % 9.1’e inmiş görünüyor. Bu dönemde geçen yılın aynı dönemine göre çalışma çağındaki nüfus 1 milyon 167 bin kişi artarken, tarım dışı istihdam da 1 milyon 105 kişi artmıştır. Yani işgücü artışı kadar istihdam sağlanmış durumda! 

Bu rakamlara ne kadar inanılacağı konusu ayrı, ama çalışma çağındaki nüfusun yaklaşık yarışının işgücüne katıldığı  bir ülkede, bu işgücünün yaklaşık onda birinin işsiz olmasının da azımsanmayacak bir şey olduğunu unutmamak gerekmekte.

Bu dönemde ücret artışı açısından Türkiye ile ilgili bilgi verilmemiş; OECD genelinde ise  ücretin ortalama olarak  % 0.7 arttığı belirtiliyor.

Çalışılan saatlere bakarsak, Türkiye’de 1877 saat çalışıyor. OECD ortalaması (1749 saat)  ve Almanya gibi (1419 saat) gelişmiş ülkelere göre çok daha fazla çalışıldığı açık. Onu geçen bir Kore var; 2193 saat.

Yine de, işveren cephesinden bunun yeterli bulunmadığı malum! Çin ve Kore gibi ülkeler olduğuna göre, daha fazla, hep daha fazla çalışılmasının isteneceğini düşünmek de kehanet olmaz!

Türkiye’de asgari ücret medyan ücretin % 71’i kadar (hiç bir ülke ona yanaşamıyor; örneğin OECD ortalaması % 48). Benim gibi bazı cahiller asgari ücretin “sefalet ücreti” olduğunu söyleseler de, meğer öyle değilmiş!

Bu durumda, ya asgari ücretin bayağı yüksek bir ücret olduğunu, ya da ücretlilerin büyük çoğunluğunun zaten sefalet ücretine yakın bir ücret aldığını kabul etmekten başka yol yok! Artık hangisini beğenirseniz!

Yasalarda yer alan koruyucu önlemleri ölçen bir skalada (değerler O-6 arasında belirlenmiş) düşük değerler düşük koruma, yüksek değerler yüksek koruma anlamına gelmekte. Türkiye burada da 3.5 korumayla oldukça iyi konumda! Örneğin OECD ortalaması 2.1; Almanya 2.4.

Demek ücretli çalışanları korumak açısından da Maşallahımız varmış! Demek taşeronlaşma, esnekleşme bize pek uğramamışmış! Öyleyse yasaların daha da esnekleştirilmesini beklemek gerekiyor! Benden söylemesi!

Ve sendikalaşma; Türkiye % 5.9; Meksika % 15.3; Kore, % 10.0; Almanya % 18.8 ve OECD ortalaması % 18.4.

Hiç bir ülkede sendikalaşma açısından durum parlak değil ama Türkiye’deki durum vahim! Tabii, sendikalaşmayı zorlaştıran yasalar ve uygulamalar var; bunların ortadan kaldırılması gerekli. Ama, var olan durumda yasalardan ötesiyle uğraşmak gerektiği ortada. Yasaların iyileşmesi de, ancak ondan sonra beklenebilir.

Örneğin, sürekli daralan güç kaynaklarının nasıl genişletileceği gibi; nasıl yeniden umut olunabileceği gibi; tüm ülkeleri vuran bu koşullarda nasıl daha geniş cepheler yaratılabileceği gibi önemli meseller var. Yasayla çözülemeyecek meseleler...

Örneğin, yalnız Yunanistan’da değil; bugün AB çerçevesinde  İngiltere, Belçika, İspanya, İrlanda, Portekiz, Romanya gibi bir dolu ülkede kemer sıkma, kamu harcamalarını azaltma, işten çıkarma stratejileri uygulamaya konmakta. Kısacası her ülkedeki emek sıkıntı içinde... ETUC enough is enough diyor ama... ama... ama...

Not: Şimdi de KESK üyesi kadınlar gözaltında. Kimden söz edip, kime üzüleceğini şaşıran bir ülke olup çıktık. Gazeteciler, öğretim üyelerinden sonra sıra sendikacılara geldi demek! Yazık... Her yerden tehdide, korkuya, cezaya “artık yeter” sesleri yükseliyor ya, duyan yok!

Oysa soruyorum: KCK tutuklamaları yerine, “ana dilde eğitim ile yerel yönetimin güçlendirilmesi” gibi iki temel kartı açsanız, hem sorunu çözmek hem de bu ülkeye barış getirmek açısından daha olumlu adım atmış olmaz mısınız?