Görüntüler / fotoğraflar hiçbir zaman yalnızca görüntü ya da bizleri oyalayan, eğlendiren ve dolayısıyla izlerken de, üretirken de toplumsal gerçekliğimizle ilgili asıl sorunlardan uzaklaştırmayı amaçlayan kurgular olarak kalmamalı. Bu nedenle görüntülerin toplumsal gerçeği nasıl yansıttıkları ya da meşrulaştırdığı kadar toplumun nasıl olup da kendilerini görüntüler aracılığıyla yeniden ürettikleri konusunu da önemli.

Fotoğraflarda / görüntülerde bir gerçekliği maskelemekle ya da yokluğu gizlemekle yapılması istenen şey aslında gerçekliği bir kurmaca içinde eriten ayrımsız bir alan üretmektir.

Yaşam da böyle kurgulanmıyor mu günümüzde? Örneğin sistem insanları toplumsal olana değil de tam tersi yalnızlığa doğru sürüklüyor. Otoriter figürlerle sunulan bu yalnızlık bireyi eğlence duygusuyla, güya özgürleşme ve yeniden bir hayat üretme kandırmacasıyla özdeşleştiriyor ve yaşamın asıl gerçekliğinden koparıp hayal yaşama geçiriyor. Yani gerçekliği bir kurmaca içinde eriterek ayrımsız yeni bir alan üretiyor. Sistemin başarısı da sanırım tam da  burada. Bir süre sonra yalnızlık bireyi kendi adasından kurtulamayacağı bir korkuya sürüklüyor ve korkuya kapılan birey ise kurtulmayı ümit ediyor. Artık sığınacağı tek alan kalmıştır. O da otoriter figürlere geri sığınmak. İşte bu otoritenin kucağına düşmek anlamına geliyor.

Görüntülerden bahsediyordum, fotoğraflardan, ışıklı tabelalardan, hareketli görüntülerden ve benzerleri gibi. Örneğin otobanlarda arabalarla geçip giden insanlar yalnızca yolun iki yanına yerleştirilmiş ardındaki yoksulluğu, çarpıklığı gizleyen reklam tabelalarını görüyorlar.. Bu görüntüleri yalnızca tüketime teşvik ettiren, metanın saltanatını onaylayan görüntüler olarak eleştirel bir değerlendirme yaparsak eksik irdelemiş oluruz, yanılırız. Soru şu olmalı, özneler kendilerini kapitalist ekonomi ve güvenlik devleti karşısında nasıl konumlandırıyor? Öznenin bunlardan haberdar olmadığını düşünemeyiz, yani tüketim kültürü için kendisine ihtiyaç olduğunu, güvenlik devleti için itaatkar bireylere ihtiyaç duyduğunu... Ama bireyler yine de Noelde, sevgililer gününde hediyeler alıyor, haklarını savunmak konusunda sessiz kalıyor. Orwell insanın çelişen iki düşünceyi aynı anda aklında tutabilme ve ikisini birden kabul etme gücünden bahsediyor. "İnsanın kasten yalanlar söyleyip bunlara sahiden inanması, uygunsuz hale gelen her gerçeği unutması ve tekrar gerekli hale geldiğinde bir gerçeği yalnızca ihtiyaç duyduğu süre için nisyandan çekip çıkarması, nesnel gerçekliğin varlığını inkar etmesi ve bütün bunları yaparken de reddettiği gerçekliği hesaba katmasıdır," diyor. (Filmlerle Sosyoloji, Bülent Diken, Carsten B. Laustsen) Kısaca özetlersem; özne öyle bir noktaya getirilmiştir ki bir şeylerin gizlendiğini biliyor, ancak bunlar doğruymuş gibi davranmakta ısrarcılıktan vazgeçmiyor.

Evet dünya sistem yüzünden kontrolden çıkmıştır ama unutmamalıdır ki küçük bir dişli olarak görevini yapan her özne dişlinin bir parçasıdır da.