Türkiye’deki derin siyasi krizin sadece siyasal alanda kalacağını zannedenler fena halde yanılıyordu. Büyük siyasi krizler “doğası gereği” yayılmacıdır, yalnızca politik kurumların işleyişine değil devlet – toplum ilişkisinin bütününe ve gündelik yaşama etki ederler. Siyasi felç, önce toplumdaki kuşatılmışlık hissini tırmandırır sonra da yurttaşların “kendi kaderleriyle baş başa bırakıldıkları” duygusunu perçinler. Siyasi iktidarın çelişkileri, rejim ve devlet krizi haline geldikçe bir yanda kolektif öfke birikir diğer yanda toplumun fay hatlarını tetikleyen olaylar peşi sıra yaşanır. Şu anda içine sürüklendiğimiz vaziyet tam da bu.

Dört bir yanından alevlerin yükseldiği, sellerin vurduğu, Covid-19 vakalarının yeniden tırmanışa geçtiği, ekonomik krizin bir türlü atlatılamadığı, göçmen meselesinden Kürt sorununa tüm “sıcak” tartışmaların çatışmaya dönme ihtimalinin yükseldiği Türkiye bir distopyayı andırıyor. İktidar çevresindeki küçük bir azınlık dışında kimsenin içinde olmak istemediği, içindekilerin de ne yapsak da kendimizi kurtarsak dediği bir karanlık çağ ülkesi gibi memleket… Hal böyle olunca, o koyu kapanmışlığın içinde yurttaşlar önlerine sürülen sahte düşmanlara bayrak açarak öfkelerini dindirmeye çalışıyor. Bu “düşman” bir gün Kürt mevsimlik işçiler oluyor, diğer gün Ortadoğulu bir göçmen. Sanıyorlar ki komplo teorilerini tekrarlayıp o “düşmana” ağız dolusu küfür edince, üstünde acımasızca tepinince kendileri feraha çıkacak. Halbuki ekmeğinin küçülmesine, ormanının kül olmasına, toprağının yağmalanmasına, özetle geleceğinin elinden alınmasına neden olan “o” değil.


Bugün Türkiye’de yaşanan insani krizlerin ve doğa felaketlerinin hesabı mevcut iktidardan ve onun “yönetme” biçiminden sorulmalı. Bu durum, göçmen politikasından tutun da çevre sorunlarına, eğitimden sağlığa kadar her alan için geçerli. İktidarın her defasında sorumluluğu üzerinden atmasına, hayali hedefler göstererek kendini temize çıkarmasına izin verilmemeli.

Açıkça söylenmesi gereken şu:

Küresel iklim krizi ülkeyi her geçen gün daha çok etkilerken sahici bir afet politikası olmayan, aksine yer altı ve yer üstü kaynakları rant uğruna yok ederek krizi derinleştirenler bu yıkımın asli sorumlularıdır. Her yaz orman yangını tehdidinin arttığını bile bile gerekli önlemleri almayanlar, betona ve silaha ayırdığı bütçenin onda birini afetlerin önlenmesi için harcamayanlar, tüm kaynakları Saray’a ve etrafındakilere aktarıp her felakette vatandaşa iban numarası verenler bu çöküşün müsebbibidir. Bütçeden aslan payını almakla yetinmeyip sene ortasında ek bütçe isteyen; selde, depremde, yangında ortaya çıkıp “kader” diyen din oligarşisi bu korkunç tablonun bir parçasıdır. Lüks arabalarla “yangın duasına” gidenleri, yangının tekbir getirilerek söndürülmesi için fetva verenleri sineye çekenler de onlar kadar olup bitenden mesuldür.

Zannetmeyin ki Ege – Akdeniz sahilleri yanarken Kürt ya da göçmen kundakçı avına çıkanlar iktidarı rahatsız ediyor. Sanmayın ki dezenformasyon yapanları, sahte hesaplardan nefret pompalayanları, öfkeli kitleleri yanlış hedeflere sevk edenleri iktidar bir sorun olarak görüyor. Ulusalcıların 90’lardaki tezlerine sarılıp ortaya dökülmeleri ya da liberallerin göçmen sorunu başta olmak üzere asli meseleleri “vicdana sığdırmak” istemeleri iktidarı zerre kadar sarsmıyor aksine ona can suyu taşıyor. Birbirlerine hasım olan liberaller ve ulusalcılar, el ele vermiş muhalefetin karikatürleştirilmesine hizmet ediyor. Bu kaotik atmosferde ise esas sorular gözden kaçıyor. Devlet içindeki çatışma yeni provokasyonlar üzerinden mi ilerliyor? Yangın bahanesiyle 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Madımak benzeri organize bir saldırı için zemin hazırlayanlar mı var? Bu ve benzeri soruları es geçerek siyaset yapmak sonuç vermiyor.

Selde, depremde, yangında, her afet anında havada uçuşan çay paketleri bize iktidarın yalnızca geniş halk kitleleriyle değil gerçeklikle de bağının koptuğunu gösteriyor. İktidar gerçekliğin yakıcılığından kaçıyor, mitik bir zamanın karanlık labirentlerinde dolaşıyor. Bu labirentten çıkış yok, belki de bunu bildikleri için “muhalifleri” de oraya çekmek adına her şeyi yapıyorlar. Ve maalesef pek “ulusalcı”, pek “ilerici” olmakla övünen, orta sınıf kaygılarından kendilerine kahraman rolü devşiren kimileri de muhalefeti iktidarla birlikte o derin labirente doğru itiyor.

Çıkış gerçeklikten kaçmakta, gölgelerle savaşmakta değil; çıkış halkın barışçıl, kararlı ve demokratik örgütlenmesinin büyütülmesinde. Yangın alanlarında sahte düşmanlar aramak yerine gece gündüz alevleri söndürmek için mücadele edenlerin azminde, hâlâ toprağının, deresinin başında nöbet bekleyenlerin direnişinde…