Türkiye giderek garipleşiyor ya da bizim bildiğimiz ülke olmaktan çıkıyor, bu yüzden tanıyamayınca biz de Türkiye’yi giderek daha garip buluyoruz, şaşkınlığımız çağın gerisinde kalmamızdan da olabilir. Ama işte insanlık hali, bazen insan istemez çağdaşlık mağdaşlık bırakın, bizim bildiğimiz gibi kalsın der.

Şu Türkiye’de 2002 yılından sonra şu ünlüler, medyatikler, medya fareleri, yazarlar, bilirkişiler, profesörler, sanatçılar, sinemacılar öyle bir değişti ki biz de sonuçta ülkemizi tanıyamaz olduk, bu iş giderek kâbuslarımızı besleyen ambar farelerinin iktidarına muhatap olmak gibi bir şeye dönüştü.

Düşünsenize Tanıtma Fonu’ndan aldığı destekle film yapanlar, ödül alanlar, hatta İsviçre bankalarında hesap açtıran bile var.

Bunun dışında ne yaptınız ne ettiniz bilmiyorum ama, içinizden bir türlü bir Kültürlü Bakan çıkaramadınız ve sonuçta orijinal bir Kültür Bakanınız olmadı. Hesapta milliyetçi mukaddesatçınız ama nedense bir kültür politikanız olmadı, ulusal kültür diye ne bir amacınız ne programınız oldu. Peki, ne gördük sizin iktidarınızda?

Çok net: Kesenin ağzını tutan bir iktidar, hiçbir gerçek anlamda yapımcısı olmayan bir sinema, her biri kendisinin bağımsız olduğuna inanan ve buna müthiş vurgu yapan insanlar, ve tabloyu tamamlayan bu bağımsızlık şovlarının pirlerinin hepsi tek sıra halinde kapınızda dizilmiş, destek bekliyor. Meğer işveren iktidar olmuş, sonuçta işi kapan iktidarınıza karşı biat etmek zorunda, kendi zararsızlığını ispat etmek zorunda, bir de çaktırmadan Türkiye’de hiç sol yokmuş gibi davranmalı ve söz arasında kendisinin gerçek solcu-vicdanlı aydın olarak prezente etmeyi bilmeli. Sonuçta ne oldu? Türkiye Sineması dünya festivallerinden ödüller alan, ama iktidar karşısında el pençe duran, buna karşın halka gençlere “bağımsızlık nutku” atan zararsız insanlar, halka seslenmeyen filmler yapar olmuş. Halk için film yapmak döneminizde demode oldu. Halk için çalışmak enayilik oldu.

Mürailik nasıl baş tacı oldu?

AKP döneminde: Geçmişteki hiçbir iktidarın başaramadığı denli, sanatçılara, aydınlara, bilirkişilere, liberallere ve özgürlük nutku atmayı sevenlere yular takabildiniz. Hatta bunların bazıları sonradan aydık biz, kandırılmıştık nutku atmaya başladılar da millet yemez dedi, ama gelin görün ki başkalarına bakarsanız asıl yiyen milletti.

Öz ile biçim arasında o kadar mesafe açıldı ki iktidarınız boyunca, praksis felsefesi iflas etti. Yani fikir ile eylem, amel ile söz arasındaki birlikçi anlayıştan söz ediyorum, iflas etti. Gelin görün ki İslam’da bir kişi hakkında asıl karar verme buna göre yapılır, o yüzden Marksist Praksis kavramı ile Müslümanların “Mütedeyyin” kavramları da iflas etti. O kadar mürai o kadar riyakâr ilişkiler ortaya çıktı ki “ortada nesebi belirsiz bir entelektüel iklim” karşısında kavramlar ve anlamlar belirsizleşti.

Medya deseniz o daha bir alem: Medya da karşımıza çıkan basit aslında, söz ve eylem birliği, yani amel/niyet ilişkisi bu kadar yara alınca, sözün, fikrin ve hükmün değeri kalmadı. İnanılmaz oynak yani fiktif bir düzen kurdunuz, burada akıl fikir ahlak çiğnendi durdu, sonuçta düzenin akıl hocaları imansızların iman nutukları attıkları bir düzlem üzerinde bulundukları için, milletin aydına, sanatçıya, kültüre itimadı kalmadı. Gazetelere bakınca ne görüyoruz: Fikrin hükmü yoktur, tutturan tutturabildiğine, medya konuşmacısı bir tür halka yedirebildiği ve günü idare edebildiği sürece, her türlü yalanı söyleyebilir. Yalan söylemek nedense döneminizde profesyonelleşti, bir meslek haline geldi. Medyadaki bu durum sinemacılar arasında da yaygınlaştı, çoğu arsızlaştı, destek mestek derken, mesleğin kendi kriterleri de kalmadı. Bir ara uğraşıp durdular, meslek birlikleri çalıştılar, bir yasa taslağı ürettiler, ama gelin görün ki ne yasa çıktı, ne de meslek birlikleri bunun mücadelesini verdi. Ama meslek birliklerine ödenekler çıkarıldı, her birine geçimlik bir ekonomik alan, açtınız, şimdi oralara yaslanıp onlar da kendi işlerini usulüne uygun, yani saman altından su yürüterek görmeye özeniyorlar. Meslek birliklerinin itibarı da kalmadı, hatta festivallerinizi bile profesyonelleştirdiniz de, festivaller bir sanat yarışması olmaktan çıktı. Ödenek dağıtma aracı haline geldi ve bu anlamda festivaller bakanlığın ulufe-dağıtım merkezine döndü, bu arada ödüllerin manevi saygınlığı da dibe vurdu. Kısaca maneviyat fena bozuldu, saygılarımla, arz ederim.